16 Nisan 2014 Çarşamba

Küçük Gruplar Sosyolojisi Ders:1

1. TOPLUMUN TANIMLANMASI
“Küçük Gruplar Sosyolojisi” adlı dersimize önce toplumu ve sosyolojiyi tanımlayarak başlayacağız. Neden önce toplum ve sosyoloji hakkında bir giriş yapmak istiyoruz? Amacımız, sosyolojideki mevcut yaklaşımlardan biri olan küçük grup çalışmaları/küçük grup davranışlarını öncelikle bütünsel olarak toplum ve sosyoloji kavrayışı içinde öğrenmek ve anlamlandırmaktır.
Toplum tanımına geçmeden önce ilk yapmamız gereken toplumu bir gerçeklik olarak gözlemlemeyi denemek olmalıdır. Günlük konuşmalarımız içinde çoğunlukla kullandığımız bu kavramın aslında ne kadar farkındayız? Toplumsal olanın sadece, toplumla ilgili akademik çalışmalar yapanların ilgisi dâhilinde olmadığını tahmin edebiliriz. Bu noktada toplumu fark etmek için sosyoloji bilgisinin katkısı ne olabilir? Gözlemlemek isteyen her bir bireyin de dâhil olduğu bir oluşum olan toplumu görebilmek ya da toplumsalı gözlemleyebilmek için sosyolojinin yol gösterici olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Endüstri devriminin ardından XIX. yüzyıldan itibaren kuramlarını oluşturmuş olan sosyolojinin kurucuları, örneğin August Comte (1798-1857), Herbert Spencer (1820-1903), Karl Marx (1818-1883), Emile Durkheim (1855-1917), Max Weber (1864-1920), George Simmel (1858-1918) toplumu ve toplumsalı çeşitli ve farklı yönlerden bakarak açıklamaya çalışmışlardır.
Etimolojik olarak Grekçe ve Latince iki kavramın birleşiminden “sosyoloji” terimini ortaya atan Comte’dan başlayarak; pozitivizm, sosyal Darwinizm (Spencer), ekonomik ilişkiler/üretim/sınıf çatışması (Marx), sosyal integrasyon/dayanışma (Durkheim), davranışların kavranması (Weber) ya da bireyler arasındaki çeşitli ilişkilerin karmaşık ağları (Simmel) gibi teorilerle kurulan ve geliştirilen sosyoloji karşımızda derin ve de geniş bir alan olarak durmaktadır.
Comte, insan türünü “sınırsız ve sonsuz bir toplumsal birlik” olarak düşünmüştür. Comte toplumu, canlı bir organizmaya benzetir: Canlı bir varlıktaki bir organın işleyişinin incelenmesi, o organı, canlı varlığın bütününden soyutlayarak yapılamayacağı gibi örneğin

toplumsal bir olgu, toplumsal bir kurum, belirli bir anda, bir toplumun bütünü içindeki ilişkilerden soyutlanarak incelenemez, demektedir.

Spencer ise doğa bilimleri ile toplum bilimleri arasındaki sınırları ortadan kaldırıp toplumu geniş bir biyolojik organizma olarak düşünmüştür. Spencer’a göre bir grup ya da bir toplum, bir organizma gibi birbirini tamamlayan, farklılaşmış işlevlerin bir bütünüdür ve toplumun üyeleri, organlar gibidir ve toplumun değişik öğeleri birbirlerine bir çeşit iç amaçlılık ile bağlıdır.2
Durkheim’a baktığımızda ise toplumun bireylerden değil, bireyin toplumdan doğduğunu göstermek ister. Bu açıdan toplumsal bilinç kavramından yararlanır. Toplumsal gerçeğin temelinde toplumsal bilinç yatmaktadır. Durkheim’a göre toplumsal bilinç, bir toplumun bireylerindeki ortak inanç ve duyguların bütünüdür ve bu bütün, kendine özgü yaşantısı olan belirlenmiş bir sistem oluşturur.3
Weber ise toplumu, bireyler arası ilişkilerin bütünü olarak tanımlar. Weber için toplumsal gerçek; toplumsal olgular, bireysel davranışlar ve onların anlamlarından ibarettir. Bireylerin toplumsal davranışları, karşılıklı olarak birbirlerine uyar ve birbirlerine bağlanan toplumsal ilişkiler meydana getirirler. Bu bir toplumsal oluşum süreci içinde gerçekleşir ve bu oluşumla toplumsal düzen sağlanır.4
Bu derste, sosyoloji tarihinin bize öğrettiği tüm bu bilgileri bir yana bırakmadan ama aynı zamanda toplumu zihnimizde somutlaştırmaya izin verecek ölçüde yalın bir şekilde kavramaya çalışmamız gerekmektir. Bu nedenle öncelikle güncel bir gözlemi örnek vererek başlamak istiyorum. Sosyal medyada takip ettiğim paylaşımlarda çoğunlukla “toplum baskısı”na dair yorumlar dikkatimi çekiyor. Toplumun oluş gerekçesi bireye baskı yapmak mıdır? Eğer toplumun temel varoluşu birey üzerinde baskı kurmak ise bireyler neden toplumları muhafaza etmektedir? Neden toplumlar tarihsel süreç içinde kendiliğinden ortadan kaybolmamıştır?


Toplumu kavramak açısından ikinci örneği edebiyattan vermek istiyorum. Daniel Defoe’nun 1719 yılında basılan “Robinson Crusoe” adlı kitabını herkes bilir. Roman türünün ortaya çıkışı açısından da önem taşıyan bu kitap, dünyayı gezme hayalleri kuran Robinson’un İngiltere’den denizlere açılması, başına gelen çeşitli ve tehlikeli olaylar sonucunda da ıssız bir adada geçirdiği uzun yılları anlatır. Çocuklar için hazırlanmış kısaltılmış baskıları da olduğu için Robinson’un maceralarını hemen hemen herkes bilmektedir. Şimdi şu soruyu soralım: Issız adada yıllarını geçiren Robinson, bu adada gerçekten yalnız mıdır?
Bu iki soruyu şimdilik bir tarafa bırakalım ve çeşitli yazarların yaptığı “toplum” tanımlarına bakalım.
Raymond Williams, “Anahtar Sözcükler” adlı kitabında toplum (Society) teriminin iki anlamından söz ederek; görece büyük bir insan topluluğunun içinde yaşadığı kurumlar ve ilişkiler bütünü için kullandığımız en genel terim ile bu tür kurumlar ve ilişkilerin içinde oluşturulduğu koşulları anlatan en soyut terim olarak ifade eder. Society kelimesinin kökenini inceleyen Williams, XIV. yüzyılda eski Fransizca société, Latince societas, o da Latince kök sözcük socius’tan “arkadaş” geçtiğini söyleyerek kavramın analizini yapar.5
Bu tanımdan toplumun özellikle kurumlar ve ilişkiler bütünün somut varlığı ile bunların oluşturulduğu koşullara referans veren soyutlamayı ifade ettiğini anlıyoruz. Bir başka tanımda ise Gordon Marshall “Sosyoloji Sözlüğü”nde toplumu, ortak bir kültürü paylaşan, belli bir toprak parçasında yerleşik ve kendilerini birleşik ve özgün bir varlık olarak gören insanlardan oluşan bir birim olarak tanımlar.6 Bu tanımda dikkat ekici olan nedir? Ortak kültür, belli toprak parçası ve bu toprak parçasında yaşayan insanların birbirlerini birleşik görmeleridir. Peki, bu toprak parçasında yaşayan insanlar bu ortak kültüre ya da toprağa nasıl sahip olmuşlardır? Marshall’in tanımı bu hâliyle sorumuza cevap vermemektedir.
“Sosyoloji” adlı sosyolojiye giriş niteliğindeki kitabın yazarı Anthony Giddens ise tanımında bir adım daha öteye gitmekte ve toplumu, belirli bir toprak parçasında yaşayan, ortak bir
5 Williams, Raymond (2006). Anahtar Sözcükler İstanbul: İletişim Yayınları, s:353.
6 Marshall, Gordon (1999). Sosyoloji Sözlüğü. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları, s: 732.

politik otorite sistemine tabi olan ve çevrelerindeki öteki gruplardan ayrı bir kimlikleri olduğunun farkında olan bir insan grubudur, tanımını benimsemektedir.

Bir siyasi otoriteye bağlılık ve ortak bir kimlikten söz eden Giddens, toplum tanımında grup kavramını da kullanmaktadır. Bu aşamada iki soru sorabiliriz. Birinci sorumuz toplum ile grubu tamamen özdeşleştirebilir miyiz? İkinci sorumuz ise siyasi otoriteye bağlılık nasıl ortaya çıkmıştır? Bu soruların cevaplarını vermek için toplum üzerine düşünmeye devam etmemiz gerekmektedir.
Bir başka yazar Fichter, toplum; sosyal gereksinmelerini karşılamak için etkileşen ve ortak bir kültürü paylaşan çok sayıdaki insanın oluşturduğu bir birlikteliktir, der. Yazara göre bu tanımlamayla toplum gruptan ayrılmaktadır. Grup toplumun sadece bir parçasıdır ve bir toplumun ortak kültürü tek bir kişi veya grubun kültüründen daha oylumludur. Grup kişilerden, toplum ise gruplardan oluşmuştur, demektedir.8 Ayrıca yazar şu açıklamaları eklemektedir:
1. Toplumdaki kişiler demografik bir birim oluştururlar.
2. Toplum, ortak bir coğrafi mekânda var olur.
3. Toplum işlevsel olarak farklılaşmış temel gruplardan oluşmuştur.
4. Toplum kültürel olarak benzer grupların toplamıdır.
5. Ortak dil, değerler, davranış örüntüleri söz konusudur.
6. Toplum baştan aşağı işlevsel bir birimdir. Örgütlenmiş nüfus, çoğul ve eş güdülmüş eylemlerin dinamik sürekliliğini sergiler. İş birliği yaygındır. Böylece içsel işlevsel farklılaşmalara karşın toplumun bir bütün olarak hareket edebilmesi imkânı artar. 9
Amiran Kurtkan toplumu (cemiyet) söyle tanımlamaktadır:
1. Cemiyet sosyal münasebetler ağıdır.
2. Cemiyet aynı zamanda bir sosyal teşkilatlar ağıdır.
3. Cemiyet hem yardımlaşmalara hem de bölünmelere imkân vererek gruplaşmalara yol açar.
4. Cemiyet insan davranışını bir bakımdan tahdit ederken diğer bir bakımdan hürriyete kavuşturma fonksiyonunu ifa eder.
5. Cemiyet devamlı değişme hâlindedir ve böylece dinamik bir karakter göstermektedir.

Yukarıda “Toplum eğer sadece baskı unsuru ise neden tarihsel süreç içinde ortadan kalkmamıştır?” şeklinde bir soru sormuştuk. Kurtkan’ın tanımı karşımıza, baskı ile özgürlüğü birlikte çıkartmaktadır. O hâlde bu aşamada insanların toplumsal hayatta baskı dışında birtakım olanaklara da sahip olduklarını anlayabiliyoruz.
Şimdi “Marksist Düşünce Sözlüğü”ne baktığımızda Tom Bottomore’un yayın yönetmeni olduğu bu çalışmada Marx’ın toplum kavramını nasıl kullandığını görebiliyoruz. Marx toplum terimini ayrı bağlamlarda üç anlamda, ayrışık fakat ilişkili fenomenler olarak kullanmıştır. Bunlar:
1. İnsan toplumu veya toplumsallaşmış insanlık,
2. Toplumun tarihsel tipleri (örneğin feodal veya kapitalist toplum) ve
3. Herhangi bir belirli toplumdur. (örneğin antik Roma veya modern Fransa)11
Bu bilginin bizi şimdiye kadar üzerinde durduklarımızdan farklı açılımlara götürdüğünü söyleyebiliriz. Toplum sadece modern zamanlara özgü müdür? Gerçekten de toplum tanımında “tarih” faktörünü göz ardı etmememiz gerekmektedir.
Şimdi de Gordon Childe’ın, “Kendini Yaratan İnsan” adlı kitabında anlattıklarını okuyalım: MÖ 4000 yıllarında doğu Akdeniz çevresinde ve daha da doğuya Hindistan’a doğru tüm topraklarda, çeşitli toplumlar yaşamaktaydılar. Bu toplumların, yerel koşullara göre çeşitli ekonomileri olduğu düşünülebilir bunlar; avcılar ve balıkçılar, çapa ekimcileri, göçebe ekimciler ile sürücüler ve yerleşik çiftçilerdir. Bunlara bir de daha uzakta, yaban ellere dağılmış başka kabileleri de ekleyebiliriz. İşte bu insanlar, çeşitli buluşlarla uygarlığı geliştirmişlerdir. Topoğrafya, jeoloji, astronomi, kimya, zooloji ve botanik gibi birçok bilimsel bilgiler ve tarım, makine tekniği, metalürji ve mimarlık gibi uygulamalı uğraşı bilgileriyle, bilimsel gerçekleri de yer yer içeren büyüsel inançlardan oluşan gelenekler, görenekler ve bilgiler biriktirmişlerdir.12
Childe’ın aktardıklarından da anladığımız gibi bir toplumun varlığını gözlemlememiz için modern zamanları beklememiz gerekmemektedir. Tarih boyunca, tarihsel ve toplumsal koşullara bağlı olarak belli faktörlerle nitelenebilen toplum tiplerine rastlarız.

Bazıları günlük dilde de kullanılan çeşitli toplum nitelemelerini hatırlayalım: Avcı ve toplayıcı toplumlar, göçebe ve çoban toplumlar, ilkel tarım toplumları, tarım toplumları, ilkel toplum, feodal toplum, köleci toplum, endüstri toplumu, kapitalist toplum, geleneksel toplum, modern toplum, bilgi toplumu, küresel toplum, ağ toplumu, risk toplumu şeklinde bu listeyi daha da uzatarak çok çeşitli toplum tiplerini sayabiliriz.
Kısa bir açıklama yaparsak:
1. Avcı ve toplayıcı toplumlarının daha çok akrabalık bağları üzerinde kurulduğunu, çevrelerinde tüketebilecekleri besin maddelerini toplayıp hayvanları avlayarak yaşamlarını sürdürdüklerini ve bu nedenle de yerleşik hayata geçemediklerini biliyoruz.
2. Göçebe ve çoban toplumlarda tarım ve özellikle hayvanların evcilleştirilmesi konusunda kimi gelişmeler olsa da yine de henüz yerleşik hayat daha kurulmamıştır.
3. Hayvan gücünün tarımda kullanılmasıyla yeni bir toplumsal oluşum aşamasına geçilmiştir.
4. Endüstri toplumu aşamasına gelmek için ise XIX. yüzyılı beklemek gerekmiştir. Bu dönemden sonra artan iş bölümü ile uzmanlaşma, üretim biçimi ve buna bağlı olarak ortaya çıkan sermaye-zenginlik ve yoksulluk ile zaten sosyolojinin de inşa edildiği dönemler başlamıştır.
Bu temel aşamalara ek olarak bilgi toplumu, küresel toplum ya da risk toplumu kavramlarının neyi ifade ettiğine baktığımızda, XX. yüzyılın sonlarında meydana gelen değişmelere bağlı olarak endüstri toplumu olarak tanımlanan dünyanın zengin toplumlarının, endüstri sonrası aşamasını ifade ettiğini görüyoruz. Bu dönem özellikle bilgi teknolojilerine bağlı gelişmelerle bilginin (haberlerin), sermayenin ama aynı zamanda çeşitli risklerin ortaya çıktığı ve tüm dünyaya hızla yayıldığı yeni koşulların toplumunu değişik niteliklerine vurgu yaparak anlatmaktadır.
Belirleyici noktalarını vurgulayarak yaptığımız bu kısacık özetten de anlaşıldığı gibi toplumlar tarihle ilişkilidir ve tarih boyunca değişerek, dönüşerek farklılaşmaktadırlar. Dolayısıyla zihnimizde toplumu kurmaya çalışırken bu boyutu göz ardı etmemiz gerekmektedir.

Doğan Ergun da “100 Soruda Sosyoloji” kitabında şunları anlatmaktadır: Tarihte ve tarih öncesinde ne kadar eskilere gidilirse gidilsin insanın grupta ya da gruplarda yaşadığını görürüz ve bu grupların az çok örgütlenmiş oldukları âdetlere, geleneklere, toplumsal inançlara sahip oldukları anlaşılmıştır. İlk ve en önemli kesinlik, bu insan gruplarının doğada ve doğayla olan ilişkileri içinde oluşmasıdır. “İnsan yalnız yaşayamaz” demek, onun birkaç başka kimseye ihtiyacı yüzünden grupların oluştuğunu söylemek ve doğa temel ögesini dikkate almamak demek değildir. Bir insanın ihtiyaçlarının öteki insanların çalışmasına bağlıdır ve bu, her insan için böyledir. Yaşamaya devam edebilmesi için doğanın güçlerine karşı bir insanın tek başına savaşamaması, tek olanak ve salt zorunluluk olarak insanların güçlerini birleştirmiştir, bir arada olmalarını sağlamıştır. Bugünkü sosyoloji, doğa içinde bir arada olma gerçeğinden hareket ederek toplumu, insanların doğayla ilişkilerinin ve kendi aralarındaki ilişkilerin bir bütünü olarak tanımlamaktadır. Bu ilişkiler bütünü, bir yapıda biçimlenmiştir ve bu biçime “toplumsal yapı” denir.

Bu çerçeveyi esas aldığımızda şu tanımı benimseyebiliriz: Toplum, karşılaştıkları sorunlarını çözebilmek amacıyla tarihsel süreç içinde örgütlenerek bir araya gelmiş insanların oluşturduğu bir birimidir.
Bu tanımın önemi, insanların ya da bireylerin var olmak ve ilerleyebilmek için tarihsel süreçte örgütlü bir şekilde yaşamalarından, toplumların ortaya çıkmış olduğunun vurgulanmasıdır. Bu noktayı belirttikten sonra daha detaylı bir toplum tanıma geçebiliriz: Toplum, belirli bir dönemde ortak ve karşılıklı bağımlılık içinde yaşayan, en geniş anlamda doğaya karşı mücadele etmek amacıyla birleşmiş insanlardan oluşan ve birbirini izleyen kuşaklar yoluyla kültürel süreklilik kazanan, bir ölçüde kendi kendine yeterli bir birimdir.14 Bu detaylı tanım bize çok önemli bir başka vurguyu yapıyor bu da “kültürel sürekliliktir.” Çünkü süreklilik olduğu zaman hem kültür üretilebilmektedir hem de bu birikim aracılığıyla söz konusu örgütlenme ilerleyebilmekte ve gelişebilmektedir.
Toplumun, tarihsellik, örgütlülük ve süreklilik şeklinde karşımıza çıkan temel unsurlarının altını çizdikten sonra, diğer özelliklerini de içeren bir özet yapabiliriz:


1. Toplum, bireyleri birbirine bağlayan, karşılıklı etkileşim hâlinde olan insanların oluşturduğu bir sistemdir.
2. Toplum; insan davranışlarının gerçekleştiği, insanlar arasında etkileşimin olduğu bir organizasyondur.
3. Toplum, insan davranışlarını sınırlar, özgürleştirir, davranışlar için kurallar koyar.
4. Toplum, birçok eylem ve usuller sistemidir.
5. Toplumda; otorite, yardımlaşma ve dayanışma, gruplaşma ve bölünmeler vardır.
6. Toplum, sürekli değişim içinde olan bir sosyal ilişkiler ağıdır ve etkileşim içinde olan ve aynı kültürü paylaşan insanlara denir.
7. Toplum aynı zamanda bir sosyal ilişkiler ağıdır. İnsanlar birbirlerine karı-koca, evlat-ebeveyn, isçi-işveren gibi statülerle bağlıdır.15
Küçük Gruplar Sosyolojisi dersimizin bu ilk haftasında, içinde yaşadığımız toplumu zihnimizde berraklaştırmak ve somutlaştırabilmek amacıyla, çok çeşitli açılardan yaklaşarak tanımlamaya çalıştık. Toplumu tanımlayabilmek için, bu oluşumun tarihsel boyutu olan bir örgütlenme olduğunun ve kuşaklar aracılığıyla sağlanan süreklilik yani kültürel aktarım ve birikimin gözden kaçırılmaması gerektiğini vurguladık.
Dersin başında iki soru sormuştuk. Birinci sorumuzun cevabını yukarıda verdik. Günlük gözlemlerimiz sadece baskıya vurgu yapsa da toplum bireyler üzerinde sadece baskı yapmaz. Oluşturulan bu örgütlenme aracılığıyla toplum, bireylerin sorunlarını çözdüğü için var olmaya devam etmektedir.
İkinci sorumuz ise Robinson ada da gerçekten tek başına mıydı? Robinson adada tek başına değildi çünkü Robinson, kendisini oluşturan kültürün bir ürünü olarak adada var olabilmişti.


Adaya çıktığı güne dek öğrendikleri vasıtasıyla kendisine bir yaşam alanı inşa ettiği gibi, inançlarını da sık sık okuruna hatırlatmıştır.
Bu noktada toplumun modern zamanların bir ürünü olmadığını rahatlıkla söylemek mümkündür. Ama sosyoloji modern zamanların ürünüdür. İkinci dersimizde kısaca sosyolojinin ortaya çıkışı ve gelişimi üzerinde duracağız.

SONUÇ
Bu derste çeşitli toplum tanımları üzerinde durduk. Zihnimizde toplumu somutlaştırabilmek için, bazı tanımların neden eksik olduğunu tartıştık. Bizim açımızdan toplumun tarihsel boyutunun önemli olduğunu vurguladık. Toplumun bir örgütlenme olarak tanımlanması gerektiğini ve kuşaklar boyunca süreklilik sayesinde oluşan kültürün toplumun anlaşılmasında iki önemli unsur olduğunu belirttik.


ÇALIŞMA SORULARI
1. Toplum nasıl tanımlanabilir? Tanımlar arasındaki farklılıkları değerlendiriniz?
2. Toplum tanımında hangi unsurları öne çıkarttık? Neden?
3. Robinson Cruose örneğini hangi amaçla kullandık?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder