7. TOPLUMSAL ETKİLEŞİM
Birey, üzerinde durduğumuz gibi, etki altında gelişmektedir. İnsanın gelişiminde kalıtım gibi
biyolojik faktörlerin etkisini bir yana bırakırsak, en genel ifadesiyle toplumun yani aile ve
grup ortamının karşılıklı etkileşimi çok önemli bir rol oynamaktadır.
Toplum ve birey arasındaki etkileşimin sağlanabilmesi yani bireylerin istek ve düşüncelerini
topluma ve diğerlerine iletebilmeleri, çeşitli iletişim araçları sayesinde mümkün olur.
Etkileşim ancak iletişim ile mümkündür. Kişiler arası iletişimde olduğu kadar, kitle
iletişiminde de temel iletişim aracı dildir.
Dil genel olarak, kabul edilmiş yapısal simgeler bütünüdür. Kültür her şeyden önce bireyler
arasında bir iletişimin var olmasını gerektirir. İletişim, kişiler veya gruplar arasında simgeler,
jest ve mimikler ve daha başka anlatım biçimleri aracılığıyla anlam değiş tokuşu demektir.
Toplumsal etkileşim, günlük yaşam boyutunda incelenebilir. Örneğin Ervin Goffman’ın uygar
kayıtsızlık olarak adlandırdığı şey, her bireyin öteki insanın farkında olmasını ancak çok
teklifsiz görünebilecek herhangi bir jestten kaçınmasını anlatır. Ona göre uygar kayıtsızlık,
bizim az çok otomatik olarak gerçekleştirdiğimiz bir şeydir; ancak etkin bir biçimde ve kimi
zaman yabancılar arasında korkmadan yürütülmesi gereken toplum yaşamının var olmasında
temel bir öneme sahiptir. Yabancılar ya da caddede, işte ya da herhangi bir toplantıda
tesadüfen karşılaştığımız kişiler hemen hemen hiçbir zaman bir başkasına böyle bakmaz.
Böyle yapmak, düşmanca bir niyetin göstergesi olarak alınabilir.1
Ancak biz bu derste toplumsal etkileşimi, etkileşimin temel unsuru olan dil, sözlü olmayan
iletişim ve kişiler arası iletişimin önemli bir boyutu olan statü ve rol kavramları ve kitle
iletişimi aracılığıyla inceleyeceğiz.
7.1. İletişimde Dil
Dil kuşkusuz iletişimin ve etkileşimin temel unsurudur. İnsanın ayrıyken anlamları olmayan
seslerden kurulmuş ve aslında bir kurala bağlı olmayan sözcüklerden, cümleler
1 Giddens, Anthony (2008). Sosyoloji. İstanbul: Kırmızı Yayınları, s:167.
7 / 24
düzenleyebilme becerisi, kimi zaman onu diğer türlerden ayırt eden özellik olarak
değerlendirilmiştir. Bütün toplumların eşit karmaşıklıktaki düşüncelerini ifade etmelerini
sağlayan dilleri vardır. Noam Chomsky’ye göre çocuklar, onları dillerin ne şekilde
düzenlendiğine hazırlayan doğuştan gelen, biyolojik bir programla doğarlar.
Dil, bütün iletişim ve etkileşim sürecinin hem başlangıcı hem de ürünüdür. Etkileşimi yaratır
ve kültürün oluşmasını mümkün kılar, toplumun kültürünü yansıtır. Diller örneğin, akrabalık
ilişkilerini, hayvanlar âlemini, renkleri, yiyecekleri ve doğal dünyayı içine alacak şekilde,
toplumların çevrelerini nasıl sınıflandırdıklarını ve değerlendirdiklerini gösterir.
Her toplumun, içindekiler ile dışındakiler arasındaki sınırı korumasına kısmen yarayan
kendine özgü bir sınıflandırma sistemi vardır. Bundan dolayı kullanılan dilin dilbilimsel
anlamı kadar kültürel anlamının da anlaşılması, yanlış anlamaları önlemekte temel önemdedir.
Kültürel olarak yapılandırılmış kavramlar ve düşüncelerin başka bir toplumun üyeleri
gözünde anlaşılabilir terimlere dönüştürülmesi uğraşı, kültürler arası çalışmaların başlıca
unsurudur.2
Dil aracılığıyla toplumların çevrelerini nasıl sınıflandırdıklarını birkaç örnekle açıklayalım:
Örneğin Eskimoların birçok kar sözcüğü kullandığı bilinmektedir. Denizcilikle uğraşan bir
topluluk hem rüzgârı tanır, hangi yönden estiğini bilir hem de bunu adlandırır. Modern bir
kent halkı ise hava durumu ile yanına şemsiye alıp almama boyutunda ilgilidir. Kentlinin
rüzgârları tanıması ancak denizcilik gibi bir hobisi olursa gerekli olur. Tarımla ya da
hayvancılıkla uğraşan bir toplum, yaşantılarına uygun olarak üretimini yaptıkları temel unsuru
tanımlamak için dillerinde birçok sözcük kullanmak zorunda kalacaklar, dilleri bu bağlamda
gelişecektir. Örneğin bulmacalarda karşımıza bitkilerle ilgili hiç duymadığımız sorular
çıkabilir. Bu kelimeler, tarımla uğraşanların hâlâ kullandıkları kelimeler olabileceği gibi, belki
de yüzyıllar önce herkesin bildiği bugün ise dilin hafızasında yerini koruyan kelimelerden
olabilirler. Türkçe gibi kimi dillerde aile ve akrabalık ilişkilerini tanımlayan çok sayıda
sözcük varken kimi dillerde bu ilişkileri anlatan sözcük sayısı son derece sınırlıdır hatta çeviri
yapmayı mümkün kılmamaktadır. Bu örnekler dil ile kültür arasındaki sıkı bağlantıyı da
anlatmaktadır.
2 Marshall, Gordon (1999). Sosyoloji Sözlüğü. Ankara: Bilim ve Sanat, s: 154.
8 / 24
Dilin gücünü örneğin, demokrasi gibi tek bir sözcüğün ya da bir cümlenin3 büyük ve farklı
grupları siyasal eylem için harekete geçirebildiği siyasal retorikte veya slogan üretiminde
görmek mümkündür. Ayrıca, argonun belli bir kendini ifade ediş tarzı olduğunu da söylemek
gerekir. Örnek olarak İngiltere’de özellikle işçi sınıfının ürettiği yoğun argolu dil ya da yine
İngiltere’de Hintli gençlerin rap yapış tarzları verilebilir.
Hiçbir toplumsal eylem, dikkatleri kişinin üzerine çekmekte dil ile yarışamaz. Kişi dil
aracılığıyla, varlığını çevresine adeta zorla kabul ettirir. Konuşmaya yön veren kurallar da
böylece anlam kazanmaktadır. Örneğin, ast durumundaki kişiye ilk konuşma hakkı verilmez.
Ya da gevezeler, çoğu kez güvensizlik duygusu nedeniyle varlıklarını başkalarına zorla kabul
ettirme çabasında olan kimseler olarak görülebilirler. Bu da dilin bir işlevine işaret
etmektedir. Fiziksel saldırının yasaklandığı yerde, dövüşme yerine sövme yararlı bir
dengeleme aracı olarak belirmektedir. Bu yönde dil, başkalarının gözünde kişisel değerlere
canlılık kazandırır. Bu açıdan argoya bakılabilir. Argonun konuşma kurallarına aşırı aykırı
olması, onun engellenmelerin sonucunda beliren saldırganlığı dengeleme aracı olduğunu
kanıtlamaktadır. Argonun özel bir anlam taşıyan niteliği, kapalı bir grubun varlığını
meşrulaştırmakta ve bireye, bu gruba ait olduğunu göstererek bir güven duygusu
vermektedir.4
İletişim sürecinde dilin kullanılması sırasında, kelimelerin birer simge, dil ise simgeler
bütünüdür. Konuşma sırasında jest ve mimikler de dilin tamamlayıcı simgesel unsurları olarak
ortaya çıkar. Dil fonetik simgelerden meydana geldiği gibi, yazı da grafik simgelerden
kuruludur. Dil vasıtasıyla toplum içinde yaşayan insanlar birbirleriyle gerekli iletişim için
zorunlu olan temel sistemi geliştirmiş ve kültürün, dolayısıyla toplumun devamlılığını
mümkün kılmış olacaklardır.
7.2. Sözlü Olmayan İletişim
Dil kullanılmadan ya da yazılı ifadelere dayanmayan veya dilin yanı sıra kullanılan iletişim
türleri dilsiz iletişim (ya da sözlü olmayan iletişim) olarak tanımlanmaktadır. Yüz jestleri ve
el işaretleri de başkalarına tek bir sözcük kullanmadan mesaj aktarabilir. Örneğin bazı
3 Amerikan toplumu için örneğin siyah hâlâ değer yüklü bir kelimedir.
4 Gordon Marshall, s: 154.
9 / 24
kültürlerde “V” işareti sözcüklerden çok daha fazla şey anlatabilir. Bu tür iletişim biçimlerinin
çoğunun kültürel bakımdan kendine özgü anlamları vardır.
İnsanlar, giyinme, süslenme vb. başkalarına birtakım anlamlar iletirler. Buna koşut olarak
birbirlerini anlamak için dış görünüşü daima bir araç olarak kullanırlar. Örneğin, herhangi bir
kişinin bilmediği bir semtte adres sorması sırasında vereceği karar rastlantısal olmaz.
Dış görünüşün dışında, jestler de kişinin iletmek istediği ifadeyi pekiştiren bir rol oynar.
Vücut ve yüz hareketleriyle kuşku, onay, kayıtsızlık ya da coşku gibi düşünce ve duyguları
belirten simgesel jestler kültürden kültüre değişmektedir. Örneğin, Amerikalılar ve
Avrupalılar hayır anlamında başlarını iki yana sallarken Türkler bu cevabı başlarını aşağıdan
yukarıya kaldırarak yapmaktadırlar.
Sözsüz iletişim mekânın kullanılması aracılığıyla da yapılır. Mekânın korunması isteği en çok
“yurtseverlik” ya da “sıla hasreti” kavramlarla açıklanabilir. Ancak bunun dışında bireylerin
davranışlarını etkileyecek şekilde bir mesaja da dönüşebilmektedir. İnsanın var olan mekânını
koruma isteği vardır. Bu istek bir ölçüye kadar, kanaatlerini, düşüncelerini, yargılarını da
etkileyebilmektedir. Mekân kullanımı yoluyla bazı mesajlar iletmenin en açık örneklerinden
biri “yükseklik” aracılığıyla iletilen mesajdır. Üstün durumda olan kişi yüksekte oturur.
Kralların önünde eğilme, el etek öpme... gibi davranışlar, üstünlüğü benimsemenin ifade
biçimleridir.
Kişiler arası iletişimde dilden sonra en anlamlı öğe yüz ifadesi ya da kısaca “mimik”tir.
Mimiğin etkileşimdeki ilk işlevi bireyleri uyarmaktır. Bir konuşma sırasında, aynı zamanda
dinleyicilerde gerekli dürtü ve uyarımı sağlayan ve etkileşime yön veren etken konuşmacıların
yüz ifadeleridir. Konuşmakta olan kişinin niyet ve dilekleri, kullandığı kelimeler kadar yüz
ifadelerinden de anlaşılır. Ayrıca, karşısındakinin bakışına gözünü kırpmadan karşılık
verebilme yeteneği, bir saldırganlık belirtisi olduğu kadar, bir kimsenin iradesine egemen
olmada bir araç olarak kullanılabilir. Satıcılar genellikle müşterilerinin kaşlarının arasını
hedef alarak konuşmaya çalışırlar. Her dil ve anlatım sisteminde olduğu gibi, bir mimiğin
anlamı, bu mimiğin kullanıldığı toplumdaki anlam ve anlatım sisteminin bütününe bağlıdır.5
5 Tolan, Barlas (1991). Toplumbilimlerine Giriş. Ankara: Adım Yayıncılık, s:405
10 / 24
7.3. Rol ve Statü
Toplumsal düzenlemeler içinde yaşamını sürdürmek zorunda olan birey, çok çeşitli gruplar
içinde bulunur. Bireyin kendi istekleri doğrultusunda vereceği kararlar grup içindeki yerini,
durumunu ve konumunu oluştururken, toplumsal yaşamın birçok yönü de bireyi bazı görevleri
yerine getirmeye zorlar. Birey kendisini toplumsal konumu aracılığıyla tanımlar.
Statü bireyin bir grup içindeki yerini ve derecesini belirler. Rol ise belirli statülere sahip
bireylerden istenen ve beklenen davranışlardır. Statü ve rol arasındaki ilişki, hem toplumsal
olarak belirlenmiş değerlerin bir yansıması olmakta hem de yeteneklerinin ve belki de
isteklerinin elverdiği ölçüde bireylerden beklenilen davranışlardan kaynaklanmaktadır.
Örneğin çocuklar yetişkinlere göre daha aşağı bir statüye sahiptirler; bu yüzden de onların
bazı yükümlülükleri yerine getirmeleri daha esnek beklentiler içinde düşünülür.
Bireylerin kendilerini tanımladıkları konumları mutlak değil, göreli, karşılıklı, tamamlayıcı
bir nitelik taşır ve bu şekilde anlamlanır. Yani, öğretmen-öğrenci, doktor-hasta gibi birbirini
bütünleyen karşılıklı konumlardan ya da mevkilerden söz etmek daha doğrudur. Buradaki
karşıt ikililerde görülen her mevki, ayrıca birçok ikiliden oluşan bir bütün içinde yer alır.
Ayrıca, aynı kişi, yalnızca farklı kişilere göreli olarak farklı mevkilerde değil, yine birbirlerine
göre de farklı mevkilerde bulunabilir. Veli-öğretmen konumunda bulunan iki kişi bir başka
durumda doktor-hasta konumunda bulunabilir. Ancak bu iki kişi, her durumda, davranışları
düzenleyen karşılıklı mevkileri iyi bilirler ve o andaki rollerine uygun olarak
karşılarındakinden belirli davranışları beklerler.
Parsons’a göre doktor-hasta ikilisi incelendiğinde, hastanın mevkii dört öğeyle açıklanabilir.
Bunlar, sorumsuz olma, koşulsuz yardım görme hakkı, iyileşmeyi arzulama ve
iyileşebilmek için doktorla iş birliği yapma zorunluluğu olarak belirlenebilir. Buna
karşılık, doktorun konumu, kurumlaşmış bir teknik yetki içeren hekimlik rolünün
evrensel niteliği, mesleki uzmanlık, duygusal ilgisizlik, çıkar gütmeme olarak saptanabilir.
Bu öğeler birbirleriyle doğal olarak bütünleşerek birbirlerinin varlığına gerekçe oluştururlar.
Bu örnekten hareket edilirse, doktorun tıp tekniği alanındaki yetkisi hastanın bu konuda
bilgisiz olmasından ve doktora güvenmek zorunluluğundan ileri gelmektedir.
11 / 24
Bir kişinin başkalarıyla açık bir formel rekabette ya da pazar rekabetinde sağladığı kişisel
başarıların sonucunda ulaştığı toplumsal konumu gösteren bir başka terim ise ulaşılan statü
terimidir. Örneğin bir üniversite profesörü, doktor ya da otomobil teknisyeninin konumu,
genellikle rekabete dayalı sınavlar sonucunda iş yaşamına başarılı bir giriş yapılarak
kazanılmıştır. Ulaşılan statüye karşılık bir kişinin ya doğumla ya da aile kökenine bağlı olarak
sahip olduğu toplumsal konumları gösteren ve kişisel başarılara göre değişmeyen atfedilen
statüden söz edilebilir. Örneğin, ırk, etnik köken ya da cinsiyet temelinde statü
atfedilmesinden söz edilebilir. Tabi ki atfedilen statü ile ulaşılan statü arasındaki ayrım mutlak
değildir.6
7.4. Kamuoyu
Etkileşimin toplumsal bir boyutu olan kitle iletişiminin çok önemli bir boyutunu kamuoyu
vasıtasıyla anlayabiliriz. Her toplum yönetenlerle yönetilenler arasındaki bir ilişkiler
düzenidir. Karar ve yönetmekle görevli siyasal kurum, yönetilenlerin uygulanan politika ve
yönetim biçimi hakkında ne düşündüklerini bilmek ister. Bu durum, halk iradesi ve çoğunluk
kararı ilkesine dayanan Batı tipi demokrasilerde olduğu gibi iktidarın zor yoluyla geçirildiği
ya da iktidar grubu dışındaki yönetici grupların yönetime geçme, siyasal mekanizmayı
yürütme olanaklarının kısıtlı olduğu toplumlarda da bir gerçektir.
O hâlde siyasal iktidarı elinde bulunduran grup ile bu grubun yönettiği kişiler arasında her
zaman ve her yerde bir etkileşme vardır. Kamuoyu, bu ilişki ve etkileşme sürecinde ortaya
çıkar. Kamuoyu bir siyasal katılma ve denetleme türüdür ve siyasal kararı etkileme olasılığına
sahip girdilerden biridir. Böylece kamuoyu, hükümet dışı özel çevrelerden hükümete doğru
yönelen ve hükümetçe göz önünde bulundurulması doğru bulunan kanaatlerdir; şeklinde
tanımlanabilir.
Türkçe’de kullandığımız şekliyle kamuoyu kavramı, kamu ve oy unsurlarından oluşmaktadır.
Kamu, belli bir sorunla karşılaşmış, bu sorun etrafında toplanmış bireylerden oluşan bir
gruptur. Grup içindeki kişiler sorunun çözümü hakkında çeşitli görüşlere sahiptirler ve soruna
bir çözüm yolu bulmak için birbirleriyle tartışmaya girişirler. Bu grubun üyeleri arasında
doğrudan ilişki zorunlu değildir. Kamu, yönetici grubun girişeceği eylemlerin doğuracağı
6 Tolan, s: 408-409.
12 / 24
sonuçların farkında olan ya da oldurulan bireyler kümesidir. Bazı eylemler, bu eylemlere
doğrudan katılmayan diğer kimseler için çeşitli sonuçlar doğurur; kamu bu sonuçları algılayan
diğer kimselerdir. Kamu üyeleri, sonuçları elverişli veya elverişsiz bulabilirler. Fakat
sonuçların algılanması, algılayanları, elverişli sonuçların gerçekleşmesi elverişli olmayanların
ise gerçekleşmemesi için karar-vericinin hareketini denetlemeye yöneltir. Kamu belli bir
durum ya da soruna özgü olarak oluşmakla birlikte nadir durumlarda yetişkin nüfusun tümünü
kendi etrafında toplar.
Kavramın ikinci unsuru olan oy, kanaat anlamını taşır. Oy, duygu veya izlenimlerden daha
kuvvetli, kanıtlanması daha kolay fakat tam olarak kanıtlanamayan kanaatlerdir. Kanaat, en
basit biçimde, bir sorun veya öneri hakkındaki tavırların ifadesidir. Kanaatler ilgili grubun
genel olarak doğru kabul ettiği değil, tartışmalı konular hakkındaki anlatımlarıdır. O hâlde
kamuoyu, kamu yaşantısı ile ilgili olan tartışmalı bir sorun karşısında bu sorunla ilgilenen
kişiler grubunun veya gruplarının taşıdıkları kanaatlerin anlatımlarıdır. Bu anlatımlar hem
çoğunluk hem de azınlık kanaatlerini içine almaktadır.
Herhangi bir konuda kamuoyu oluşabilmesi iletişim kanallarıyla doğrudan bağlantılıdır. Bir
sosyal süreç olarak kamuoyunu iletişim ve haber alma yöntemleri belirlemektedir. Bunlar
kişisel araçlar, kolektif araçlar, teknik araçlar şeklinde üç ana başlık altında
incelenmektedir. Kişisel araçları, yüz yüze temaslar, kanaatlerin oluşmasında etkin liderler
ve siyasal liderler; kolektif araçları, örgütlenmiş grup tartışmaları ve baskı grupları; teknik
araçları ise basın, radyo, televizyon, film (sinema), kitap, afiş, sergi ve internet
oluşturmaktadır.
a) Kişisel Araçlar: Kişisel araçların unsurlarından olan yüz yüze temaslar, belirli bir
mekânda, küçük gruplar hâlinde beliren kamuoyunu oluşturan etkenlerin en önemlisi bireysel,
kişisel temaslardır. Bu ilişkilerde kullanılan lisanın, açığa vurulan jestlerle başvurulan
sembolik anlatımların (alaylı bakışlar, sıkılmış yumruklar) yani vücut dilinin önemi büyüktür.
Küçük gruplarda fikir ve kanaatlerin değişmesinde ya da oluşmasında dedikodu ve söylenti
başlıca araçlardır. Kanaatlerin oluşmasında etkin liderler (kanaat liderleri) gazete, radyo,
televizyon gibi kitle haberleşme araçlarından, aynen ya da değiştirilmiş şekilde edindiği
bilgiyi, bu konuya ilgisiz davranan kimselere aktarmakta ve böylece bu kişilerin söz konusu
görüşlere sahip olmalarına neden olmaktadır. Siyasal liderler, kamuoyunda toplanan çeşitli
kanaat ve dileklerin oluşmalarında en önemli role sahiptirler. Siyasal lider halkın dileklerini
13 / 24
daha belirgin bir anlatıma kavuşturarak kamuoyunun doğrultusunu belirlemektedir. Gerçek
lider de aslında halkın sapmak istediği yolda ilerleyen öncülerdir. Liderler belli görüşlere
sahip kişilerdir. Lider herhangi bir durumu benimsiyorsa, onu yeni bir ifade ile destekler; eğer
karşı görüşte ise bu durumdan şikâyetçi olanların iş birliğini sağlar ve olumsuz kanının
yayılmasına önderlik eder.
b) Kolektif Araçlar: Kolektif araçları oluşturan örgütlenmiş grup tartışmaları, demokratik
zihniyetin toplumun her tabakasına nüfuz etmesini ve vatandaşların kamusal yararını
ilgilendiren meseleler hakkında uyanık olmalarını sağlarlar. Bu konuya verilebilecek bir
örnek, Danimarka’da XIX. yy.da kurulan köy okullarının düzenledikleri mitinglerdir. Bu
okullara yetişkinler devam etmiş ve köylerini ilgilendiren sorunları tartışmalı grup
toplantılarında karara bağlamışlardır. Bu konuya verilebilecek bir başka örnek ise yuvarlak
masa toplantıları olabilir. Karşılıklı bir fikir alışverişi sonunda ortaya çıkan kamuoyu için
örgütlenmiş grup tartışmaları önemli bir unsuru oluşturmaktadır. Baskı grupları ise belli bir
konuda kendi çıkarlarına uygun kamuoyu yaratmak üzere etkin olan araçlardan bir başkasıdır.
c) Teknik Araçlar: Kamuoyunu belirleyen teknik araçları, basın, radyo, televizyon, film
(sinema), kitap, afiş, sergi ve internet alt başlıları altında incelemek mümkün olacaktır.
Basın ya da daha dar anlamıyla gazeteler, yakın ve uzak geçmişin ya da günün haber ve
olaylarının verilmesinde, ülkenin ana davaları üzerine halkın dikkatinin toplanmasında önemli
bir rol oynarlar. Demokratik ve kapitalist toplumlarda gazeteler, günün haberlerini toplayan,
fikirlerin yayılması alanında kurulmuş bir tekel, özgürlüğün belli başlı kalesi olarak bilinir.
Daha da önemlisi basının “dördüncü kuvvet” olduğundan sıklıkla söz edilmekte olmasıdır. Bu
konuya açıklama getirmek için şu anekdot anlatılır: 1660 yılında Lord Falkland İngiliz Avam
Kamarasına hitap ederken “Uzun zamandan beri hep üç kuvvetten bahsediyoruz. Oysa -
parmağı ile üst galeride oturan gazetecileri işaret ederek- hepsinden daha önemli olan
dördüncü kuvvet orada yer almaktadır.” der.
Basının gücü konusunda verilen en klasik örnek “Watergate Skandalı”dır. Olay 17 Haziran
1972 günü meydana gelmiştir. Washington’da Watergate binasında, Demokrat Partinin
Ofisine giren beş kişi binanın güvenlik görevlileri tarafından yakalanırlar. “Washington Post”
gazetesinin iki muhabiri, bu kişilerin siyasi sırları çalmak üzere görevlendirildiklerini ve
görevlendirenlerin arasında Başkan Richard Nixon’ın kendisinin ve yakın adamlarının da
14 / 24
bulunduğunu ortaya çıkarır. Genişleyen soruşturmalar sonunda Nixon istifa etmek zorunda
kalır.
Zamanımızda kitle iletişimi sağlayan çok sayıda başka kaynak olmasına rağmen gazetelerin
hâlâ etkin araçlar olduğunu ifade etmemiz gerekmektedir.
Radyo, özellikle I. Dünya Savaşı sonrası dönemde etkin bir haber alma ve propaganda
aracı olarak gelişmiştir. Radyonun etkilediği kitlenin okur-yazar olmak zorunda olmaması, bu
aracın gazeteye göre üstünlüğünü ortaya koymaktadır. Radyo teknolojik olarak zaman içinde
bir dönüşüm göstermiş, giderek küçülen, taşınabilir bir duruma gelen radyonun her mekânda
ve her zaman dinlenebilme imkânı yaratılmıştır.
Radyonun kitleler üzerindeki etkisini gösteren en klasik örnek Orson Welles’in “Dünyalar
Savaşı” adlı eserinin radyo piyesi olarak CBS’ de sunumudur. Radyonun sanat, piyesler, canlı
müzikler... ile altın çağını yaşadığı 1938 yılında, 30 Ekim günü söz konusu eser haber
bültenine benzetilerek Marslıların Dünyayı işgal etmekte oldukları duyurulduğunda insanlar
sokaklara dökülmüş ve büyük bir panik yaşanmıştır.
Bu dönemlerde, özellikle ABD’de yapılan çalışmalar seçim sıralarında radyonun kamuoyu
oluşumunda üstün bir rol oynamakta olduğunu göstermiştir. Hitler’in propaganda aracı olarak
anılır hâle gelmesinden sonra radyo, 68 Mayıs olayları sırada da önemini korumuş,
yayınlanan röportajların kitleler üzerindeki etkinliği saptanmıştır.
Televizyon, tüm dünyada olup biten olayları evin içine, seyircinin ayağına getiren
televizyon kuşkusuz kamuoyunu oluşturmada çok güçlü bir etkinliğe sahiptir. Televizyonun
bireyler üzerindeki etkinliğini saptayabilmek için cihaz karşısında geçirilen zaman önemli bir
gösterge olarak alınabilir. Yapılan çalışmalar TV karşısında tüm dünyada çok uzun süreler
geçirildiğini göstermektedir.
Film (Sinema), 1917 devriminden ve I. Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’da ortaya
çıkan ve 1930’larda etkin olan totaliter rejimler sinemayı siyasal ve ekonomik propagandanın
önemli bir aracı olarak kullanmışlardır. Alman Milli Eğitim Bakanlarından Ruse “Nasyonal
Sosyalist Devlet, ideolojisini film yoluyla yayma kararındadır.” der. Lenin ise “Sinema,
Sovyet Rusya’sının en büyük kültürel silahı olmalıdır.” demektedir. Stalin’e göre ise “film
15 / 24
kitleleri örgütlendirme ve çalışan sınıfları sosyalizm zihniyetine göre yetiştirme gayelerini
gerçekleştirme yolunda, etkin, kudretli bir yardımcıdır.” Konuyu açıklamak için verilebilecek
bir başka örnek ise Alman propaganda bakanı Geobbels’in Eistenstein’ın 1925 yılında yaptığı
“Potemkin Zırhlısı” adlı filmini seyrettikten sonra çevresinde bulunan film yapımcılarına “İşte
beyler, sizden devlet, böylesine filmler yapmanızı istemektedir.” demesidir.
Böylece filmin kamuoyunun oluşum aracı olarak rolü ve önemi artmıştır. Film duygu ve
bilinçaltı âlemine seslenerek etkisini gösterir. Bu şekilde insanların tavırlarını tayin ile
yetinmeyip değer yargılarının kökleşmesine de yardım eder.
Kitap, özellikle XX. yüzyılın başında kitabın kamuoyunun oluşumunda çok önemli
etkinliği olmuştur. Kamuoyunu etkileyen kitaplar iki gruba ayrılmaktadır. Birinci gruptakiler,
içerdikleri fikirler ve telkinler dolayısıyla doğrudan doğruya geniş kitlelere hitap eden
eserlerdir. İkinci grupta incelenen kitaplar ise belirtilmek istenen savı, bir roman konusu
şeklinde dolaylı şekilde kitlelere hitap eden eserlerdir.
Birinci gruba dâhil edilen eserler arasında Rousseau’nun “Toplum Sözleşmesi”, Marx’ın
“Kapital”, Atatürk’ün “Nutuk”, Hitler’in “Kavgam”... adlı eserleri sayılmaktadır. İkinci gruba
girebilecek yapıtlara kölelik üzerine yazılmış ve çok etki yaratmış olan “Kökler”, Victor
Hugo’nun “Sefiller”, Namık Kemal’in “Vatan yahut Silistre”... örnek oluşturmaktadır.
Afiş ve Sergi, kamuoyunun oluşumunda kitle haberleşme araçları kadar olmasa da
fotoğraflar, afişler, grafikler de etkili olabilmektedir. İkincil nitelikte de olsa bu gibi
araçlardan da zaman zaman etkili sonuçlar alınabilmektedir. Bu konuda verilebilecek en
açıklayıcı örnek 1950 seçimleri sırasında Demokrat Parti tarafından Selçuk Milar’a
hazırlatılan, havaya kalkmış bir el ve “Yeter, Söz Milletindir!” sloganından oluşan afişin
seçim kampanyasında ve sonuçlarında oynadığı etkili roldür.
İnternet, beklenmedik bir hızla kullanıcıya ulaşan internetin, her ne kadar gazete, radyo,
televizyon kadar yaygın bir iletişim aracı olmasa da toplum üzerinde belirli bir etkinlik
kazanmaya başladığı açıkça görülmektedir. Henüz gazete, radyo, televizyon, sinema kadar
yaygın bir iletişim aracı olmamakla birlikte tümünü bünyesinde toplayan bir niteliğe sahiptir.
Her geçen gün internetin kamuoyunu oluşturmaktaki gücü daha çok ortaya çıkmaktadır.
16 / 24
7.5. Propaganda
Toplumsal etkileşim bağlamında ele alacağımız son konu propaganda olacaktır. Literatürde
kamuoyu konusu üzerine bir okuma yapıldığı zaman karşımıza şöyle bir görüntü çıkıyor:
Kamuoyu ya doğal olarak meydana gelir ya da yapay olarak imal edilir. Her ne kadar bu iki
yol arasındaki ayrımı tanımlamak tartışmalı da olsa propaganda, en kestirme şekilde
kamuoyunun “ikna” ve “telkin” yöntemleri kullanılarak yapay olarak oluşturulmasını
adlandıran kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Konu ile ilgili akademik çalışmalara
bakıldığı zaman, özellikle yüzyılın başlarıyla II. Dünya Savaşı arasındaki yıllarda gerek geniş
kitleler üzerinde gerekse toplumların yönlendirilmesinde iletişim araçlarının son derece etkili
olduğunun kabul edildiği görülmektedir. I. Dünya Savaşı boyunca ve sonrasında
propagandanın güçlü etkilerine olan inanca bağlı olarak 1920’li yıllarda yayınlanan çok
sayıda kitap büyük güçlerin propaganda kampanyalarını anlatmaktadır.
Propaganda konusu özellikle II. Dünya Savaşı ve soğuk savaş dönemi koşullarında önemini
korumuştur. Özellikle Hitler döneminde Goebbels propaganda konusunda çok başarılı
olmuştur. Goebbels geniş kitleleri yönlendirmede propaganda yöntemlerini bir silah gibi
kullanmıştır. Aynı dönemde Stalin egemenliği ve Sovyet yayılmasında da propagandanın yeri
vardır. Dolayısıyla totaliter rejimler ile propaganda birlikte anılır duruma gelmiştir.
Giderek bu bağlamda iletişim araçlarının doğru kullanılıp kullanılmadığı anlaşılmak
istenmiştir. Bu doğrultuda ampirik araştırmalar başlar. Özellikle 1930’lu yıllardan sonra
gelişen ampirik araştırmalarla öncelikle askerî kuruluşların, siyasi partilerin ve eğitimcilerin
ilgilendikleri görülmüştür. Hatta daha da özele indirgenerek bu alandaki çalışmaların
temelinde öncelikle askerî/siyasi kaygıların bulunduğu söylenebilir. Askerî/siyasi kaygılarla
biçimlenen çalışmalar daha sonra ticari çerçevede yaygınlaşmıştır. Bu alandaki çalışmalara
öncülük yapan Amerika Birleşik Devletleri’ndeki deneysel çalışmaların Ordu Enformasyon
ve Eğitim Bölümü Araştırma Birimi’nde hız kazandığı görülmektedir.
Bir fikri yayarak ona yandaş toplama tekniği olarak tanımlanabilen propagandanın iki
kaynaktan beslendiği ortaya çıkmaktadır: Reklam ve Siyasi/askerî Hedefler.
a) Reklam: Propaganda ve reklam arasında uzun zaman süren bir yardımlaşmadan söz
edilmekte hatta evrimlerinin paralel olduğu ifade edilmektedir. Propaganda daha çok reklamın
17 / 24
buluşlarından ve başarılarından yararlanır, halkın hoşuna gideceğini umduğu bir deyişi kopya
eder. Tekniklerin ilerlemesiyle reklam artık inandırmaktan çok sarsmaya, açıklamaktan çok
esinlemeye çalışmaktadır.
Reklam artık, fizyoloji, psikoloji hatta psikanaliz alanındaki araştırmalardan da
yararlanmaktadır. Reklamın sonuçları denetlenebilmekte ve etkenliği kanıtlanabilmektedir. İlk
hareket noktası insanın edilgen olduğudur. İnsan belirli bir saplantı derecesinden, belirli
çekim süreçlerinden güç sıyrılmaktadır. Kişiyi bu ürüne, şu ya da bu markaya yöneltmek
mümkündür. Hatta bu durumun bile ötesinde, herhangi bir ürüne karşı bir gereksinme
yaratmak bile olanaklıdır. Propagandacı için bu bulgu çok hareket noktasıdır. İnsan
etkilenebilir bir varlık olduğuna göre ona kendi görüşleri sayacağı görüşleri esinlemek, hatta
“fikirlerini değiştirmek” mümkündür. Ticari alanda mümkün olan politik alanda da
gerçekleştirilebilir.
Propagandanın reklamla ortaklığı üzerine verilen en çarpıcı örnek özellikle ABD’deki seçim
kampanyalarının reklam kampanyalarından pek de farklı olmayışıdır. Siyasetin bir ürün gibi
reklam şirketleri tarafından pazarlanan bir unsur durumuna gelmesi Türkiye için de söz
konusudur. İlk siyasi reklamcılık 1977 genel seçimleri sırasında Adalet Partisi için hazırlanan
kampanyadır. 1980 sonrasında hızı artan bu durum 1990 sonrasında iyice güç kazanmıştır.
1991 erken genel seçimlerinde bütün kitle partileri reklam şirketleri ile çalışmışlardır.
Günümüzde artık siyaset ve reklamcılık arasında kaçınılmaz bir ilişki vardır.
b) Siyasi/Askerî Hedefler: Kavramın tarihçesine baktığımız zaman, Alsace’ta 1793 yılında
“Propaganda” adıyla kurulan birlikle devrimci fikirlerin yayılmaya çalışıldığını ve bundan
sonra kavramın bu şekilde Fransız diline yerleştiğini görüyoruz. Propaganda savaşa o kadar
bağlanmıştır ki rahatlıkla onun yerini alabilir duruma gelmiştir. 1939’dan önce “sinir
savaşını” 1947’den sonra ise “soğuk savaşı” beslemiştir.
Mucitleri olmasalar da propaganda, Hitler ve Goebbels aracılığıyla bugünkü biçimine
ulaşmıştır. Leninci propaganda ile Hitlerci propaganda arasında çok büyük farklar vardır.
Leninci anlayışa göre, propagandanın benimsediği amaçlar, taktik amaçlar olmakla birlikte
gerçekten benimsenmiş birer amaçtır. Örneğin, Lenin’in ortaya attığı sloganlardan biri
“Toprak ve Barış”tır. Bu slogan gerçekten de bir amacı hedeflemektedir yani gerçekten toprak
18 / 24
paylaştırmak ve barış imzalamak söz konusudur. Lenin’in parolaları sonuçta akla uygun bir
temele dayanır.
Hitler’in kitleler konusundaki düşüncesi şöyledir: “Halkın büyük çoğunluğu o derece kadınsı
bir eğilim, bir ruh durumu içinde ki kanılarına ve eylemlerine salt düşünceden çok, duyuları
üzerinde meydana getirilen izlenimler yön veriyor.” Nazi propagandasının Alman halkı
üzerindeki başarı nedeni işte bu noktadan hareket etmektedir: İmge açıklamadan, kabaca
duyulabilir olan rasyonel olandan üstündür. Bu noktada propaganda, reklam tekniklerinin
siyasete uygulanmasıyla başlayıp, daha sonra başlı başına ayrı bir uzmanlık türü hâline
gelmiştir, demek mümkündür.
Propaganda ulusal çerçevede olduğu kadar, uluslararası boyutlar içinde de kamuoyunu kontrol
altında tutmak için girişilen sistemli bir çaba olmaya devam etmiştir. Propaganda, bir bireyin
veya grubun, başka bireylerin veya grupların tutumlarını belirleyip biçimlendirmek, kontrol
altına almak veya değiştirmek için, haberleşme araçlarından yararlanarak ve bu bireylerin
veya grupların belirli bir durum veya konudaki tepkilerinin kendi amaçlarına uygun tepkiler
şeklinde olacağını umarak giriştikleri bilinçli bir faaliyettir.
Burada bilinçli girişim en önemli noktayı oluşturmaktadır. Herhangi bir eylemin propaganda
sayılabilmesi için, böyle bir eylemin, tutumlar üzerinde kontrol kurarak belirli eylemlere yol
açmayı bilinçli olarak hedef edinmiş bir kampanyanın içeriği arasında yer almış olması
gerekir. Bu bakımdan herhangi bir sözün, kitabın, afişin, dedikodunun, geçit töreninin,
serginin, heykel veya abidenin, bilimsel bir buluşun veya istatistik dökümün, bunlar doğru ya
da asılsız, rasyonel ya da irrasyonel de olsa, tutumlar üzerinde kontrol ve böylelikle bu
tutumları değiştirmek isteyen birinin izlediği bilinçli bir eylem siyasetinin gereği olarak ortaya
konmuş veya oluşturulmuş bulundukları saptanabildikten sonra, bütün bunların propaganda
aracı veya materyali oldukları ispat edilmiş demektir.
Propaganda, ikinci olarak başka grupların tutumları üzerinde kontrol kurmak veya bunları
değiştirmek veya biçimlendirmek için yapılan bir girişimdir. Kamuoyu üzerinde kontrol
kurmak için girişilen eylemlerde temel varsayım, belirli durumlar karşısında bireylerin ne gibi
tepkilerde bulunacaklarını belirleyen tutumların dış etkilerin tesirinde olduğu; bu etkilerin ise
kısmen kontrol altına alınabileceğidir. Propagandacılar bilinçli olarak bu dış etkenleri kontrol
altına almaya çalışırlar.
19 / 24
Propaganda, üçüncü olarak tek tek bireylerden çok grupları kendisine hedef alır. Sonuçta
propagandacının hedefi sadece tutum değişikliği yaratmak değil; sonunda eylem alanında bir
“eylem” olarak görülecek tutum değişikliği yaratmaktır.
Adı propaganda ile birlikte anılan Goebbels “Propaganda yapmak, her yerde, hatta tramvayda
bile fikirlerden söz etmektir. Propaganda, çeşitleriyle de durumlara uymadaki esnekliğiyle de
etkileriyle de sınırsızdır.” demektedir. Gerçek propagandacı, düşüncesinin ve dinleyicilerinin
yapısına göre, çeşitli yollara başvurur ama her şeyden önce, kendi kişisel inancını
geçirebilmesiyle konuşmasının nitelikleriyle etkiler.
Kişisel propaganda, basit konuşma, bildiri ve gazete dağıtımı ya da daha düzenli bir biçimde
kapı kapı dolaşarak gerçekleştirilir. “Basılmış yazı” da bir propaganda yöntemidir ve kitap
temel araç olarak ortaya çıkmaktadır. Yergi yazısı özellikle XIX. yüzyılda propagandanın
seçkin silahı olmuştur. Gazete de önemli bir araç olarak ortaya çıkmaktadır. Bir slogan ya da
simgeye indirilme imkânı olan afiş ve bildiriler kısa ve sarsıcı oldukları takdirde önemli bir
propaganda tekniği olabilir.
Propagandanın sözlü olarak kullandığı tekniklerin başında daha önce de üzerinde durulduğu
gibi radyo gelmektedir. Büyük toplantılarda, özellikle seçim kampanyalarında kullanılan
hoparlörler de bir propaganda aracı olarak karşımıza çıkmaktadır. Propaganda ayrıca resim
üst başlığında toplanabilecek, fotoğraf, karikatür, simge, önder resimlerinden de yararlanır.
Kitle gösterilerini cenaze törenlerini bile kapsar; Fransız devriminde büyük rol oynayan
tiyatro burada sayılabilecek unsurlardan arasında yer almaktadır. Tiyatro, Bolşevik devrimi
sırasında değişik seyircilere, askerlere, köylülere göre düzenlenmiş; işçilerin ve devrimci
köylülerin üstünlüklerini gösterme aracı olarak kullanılmıştır.
Propagandanın belirli işleyiş kuralları vardır. Propaganda bütün alanlarda ilk önce yalınlığı
sağlamayı hedefler. Propagandacının elindeki manifestolar, bildiriler, öğretici yapıtlar...
genellikle birtakım önermeleri kısa ve açık bir metinde dile getirir. Örneğin Fransız devrimi,
hâlâ yaşayan “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi”ni ortaya koymuştur. Bu tarzdaki metinler,
yoğun, açık, kısa ve ahenkli cümlelerden kurulu ve kolayca akılda tutulabilecek niteliktedir.
Hatta bir öğreti bir simgeyle de özetlenebilir. Örneğin, belli tarihsel dönemlerde kitleler
üzerinde çok büyük etkileri olan gamalı haç ya da orak çekiç akla gelebilir.
20 / 24
Propagandanın bir başka kuralı büyütme ve bozmadır. Haberlerin büyütülmesi, kendi işlerine
gelen bütün haberlere aşırı önem veren bütün partici basınların sürekli olarak başvurdukları
bir gazetecilik yöntemidir. Bir bütünden alınmış parçaların ustalıkla kullanılması da sık sık
başvurulan bir yoldur. Büyütme ve şişirme Hitlerci propagandanın değişmez aracıdır.
“Kavgam”da şöyle yazar: “Her türlü propaganda, düşünce düzeyini seslendiği kişilerin en
kalın kafalısının anlama yeteneğine göre ayarlamalıdır. Düşünce düzeyi ne kadar aşağı olursa,
ikna edeceği insan kitlesi o kadar geniş olur.”
İyi bir propagandanın bir başka koşulu tekrarlamadır. Goebbels dalgacı bir üslupla “Katolik
kilisesi iki bin yıldır hep aynı şeyleri tekrarladığı için ayakta duruyor. Nasyonal-sosyalist
devlet de tıpkı onun gibi davranmalıdır.” demektedir. Ancak tekrar kuru kuruya bir tekrar
olmamalıdır ve ana tema bir yandan inatla sürdürülürken diğer yandan değişik görünüşler
altında sunulmalıdır. Bu ilke “Kavgam”da şu şekilde yer almaktadır: “Propaganda az sayıda
fikirle sınırlanmalı ve bunları bıkıp usanmadan tekrarlanmalıdır. Kitle en basit fikirleri bile
ancak bunlar kendisine yüzlerce kere tekrarlandıktan sonra hatırlar. Yapılan değişiklikler,
yayılması istenen öğretinin temeline hiçbir zaman dokunmamalı, yalnızca biçimde kalmalıdır.
Parola değişik görünüşler altında sunulmalı, ama her zaman, değişmez bir kalıp hâlinde
yoğunlaştırılmış olarak belirmelidir.”
Propagandanın kullandığı ilkelerden bir başkası aşılama kuralıdır. Genel kural olarak
propaganda daha önceden var olan bir temel üzerinde çalışır. Bir kalabalığın karşısında
konuşulurken onun zıttına gidilemeyeceği, onunla aynı fikirde olduğunu bildirmekle onu
kendi düşüncelerine yöneltmeden önce onun yönünde yer almakla başlamak gerektiği her halk
konuşmacısının bildiği bir ilkedir. Lider politikacı, öncelikle halkın başta gelen duygularına
sığınır, daha sonra sunulan program çeşitli çağrışımlar yoluyla halkta kendini gösteren tutuma
bağlanır. Halkların ruhunda bilinçli ya da bilinçsiz bulunan çeşitli duygular bazı ulusların
birbirlerine yönelik sevgisizlikleri propagandacı için kullanılacak bir malzemedir.
Propagandacının kullanacağı başka bir kural ise birlik kuralıdır. Topluluğun bireysel görüş
üzerinde bir baskısı vardır. Bir birey, bir topluluk (din, parti...) üyesi olarak ya da kendi adına
konuşmasına göre, çok samimi olarak aynı konu hakkında birbiriyle çelişen iki görüş ileri
sürebilir. Kişinin kafasında birbirine karşıt kanıtlar kalabilmesinin ancak bu kişinin bağlı
bulunduğu değişik toplulukların baskısının sonucunda ortaya çıktığı açıktır. Çoğu kişiler,
21 / 24
genel düşünceye karşı bir fikir geliştirmek istemezler. O hâlde genel kanıların çoğu birer
töreye uyma davranışıdır. Bu nedenle, propaganda bu birliği güçlendirmeye hatta yapay
olarak yaratmaya çalışacaktır. “... Halkı ya da siz ... lılar” diye başlayan cümleler bunu
açıklamaktadır.
Bu haftaki dersimizi kitle iletişimini anlamımıza yarayan kamuoyu oluşturma ve propaganda
hakkındaki bilgilerle tamamladık. Bireyin nasıl toplumsallaştığını da böylece daha somut bir
şekilde görmüş olduk. Bu dersle birlikte birey ve toplum üst başlığında ele aldığımız konuları
tamamlamış olduk. Bundan sonraki derslerimizde daha çok grupların üzerinde duracağız.
Buraya kadar anlattığımız derslerde de zaman zaman gruplardan söz etmemiz kaçınılmazdı.
Örneğin bu derste baskı gruplarına değindik ama toplumdan söz ederken kesin sınırlarla
konuları ayırmanın mümkün olmayacağı çok açıktır. Bu nedenle bu derse dek zaman zaman
grupları gündeme getirmiş olsak da gruplar bundan sonraki derslerimizin odağında olacaktır.
22 / 24
SONUÇ
Bu derste önce dil üzerinde durduk. Dili toplumsal-kültürel açıdan değerlendirdik. Daha
sonra sözsüz iletişim ve statü-rol aracılığıyla bireylerin birbirilerine dair kanaatlerini nasıl
aktardıklarının üzerinde durduk. Son olarak etkileşimin önemli bir boyutu olan kitle
iletişimini, kamuoyu ve propagandayı ele aldık. Bütün bunları bireyin toplumla nasıl ilişki
kurduğunu ve nasıl toplumsallaştığını, nasıl toplumsallaşmış birey hâline geldiğini
görebilmek için ele aldık. Böylece birey ve toplum başlığında işlediğimiz dersleri değişik
açılardan değerlendirerek tamamlamış olduk.
23 / 24
ÇALIŞMA SORULARI
1. Dil sosyolojik anlamda nasıl değerlendirilmelidir?
2. Toplumsal etkileşim boyutunda kamuoyunu açıklayınız.
3. Propaganda nasıl tanımlanabilir? Kamuoyundan hangi açılardan farklılaşmaktadır?
24 / 24
KAYNAKÇA
GIDDENS, Anthony (2008). Sosyoloji. İstanbul: Kırmızı Yayınları.
MARSHALL, Gordon (1999). Sosyoloji Sözlüğü. Ankara: Bilim ve Sanat.
TOLAN, Barlas (1991). Toplumbilimlerine Giriş. Ankara: Adım Yayıncılık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder