4. BİREY VE TOPLUM
Bu dersten başlayarak önümüzdeki dersleri de kapsayacak şekilde inceleyeceğimiz konu birey
ve toplum arasındaki etkileşimdir. Birey toplumla nasıl bir etkileşim içindedir? Bu etkileşim
hangi süreçlerle gerçekleştirilmektedir? Etkileşimde her bir birey birbiriyle benzeşmekte
midir? Toplumun birey üzerindeki etkisine sosyologlar ne gibi açıklamalar getirmektedirler?
Üzerinde yaşadığımız dünyaya baktığımızda canlıların belirli bir çevre içinde doğup,
yaşamlarını sürdürerek öldüklerini görürüz. Canlılar yaşamları boyunca varlıklarını
sürdürebilmek için, çevrelerine en iyi uyum sağlayacak davranış biçimlerini
geliştirmektedirler. Her çeşit canlı, içinde bulunduğu çevreye kendi türüne uygun bir şekilde
uyum sağlamaktadır. İzlediğimiz belgesellerde bu konuya dair çok sayıda örnek görürüz.
Örneğin, karıncalar yer altındaki yuvalarına taşıdıkları besinlerle soğuk kış günlerini güvence
altına alırlar. Kunduzlar barajlar yaparlar. Bu davranış biçimleriyle varlıklarını sürdürürler.
Bir ev kedisi ile sokak kedisi birbirinden farklı şekillerde yaşar. Sahibinin verdiği mama ile
beslenen ev kedisi sokakta kalırsa nasıl besin bulacağını bilmediği için yaşayamayabilir. Bu
ve bunun gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Kısacası canlılar belli bir çevrede yaşarlar ve o çevre ile
etkileşim hâlindedirler diye özetleyebiliriz.
Öte yandan, canlılar doğal olarak bildikleri çevrenin değişmesiyle birlikte, yeni ortaya çıkan
koşullara da uymaya çalışırlar. Bunu başarabilmek için ise yeni birtakım davranışlar
geliştirmeleri gerekir. Örneğin, denizdeyken bir balığı yakalamak için kovalamak zorunda
kalan bir yunus, sirk havuzunda kendisine verilecek balığı hak edebilmek için bir ateş
çemberinden atlamak ya da değişik gösteriler yapmak zorunda kalabilir.1
Bu bağlamda benzer diyebileceğimiz özellikler insan için de geçerlidir. İnsan hangi çevrede
yaşar? İnsan için çevre, içinde yaşadığı toplumdur. Dolayısıyla, bireylerin davranışlarının
özelliklerini belirleyen dışsal etkenler ve öğeler de toplumun (çevrenin) niteliklerinden
kaynaklanır.
Dersimizin başında toplumu, sürekli bir arada yaşayan ve varlıklarını sürdürebilmek için
birbirlerine gereksinme duyan örgütlü insan topluluğu olarak tanımlamıştık. Toplumlar, var
1Barlas Tolan, (1991). Toplum Bilimlerine Giriş, Adım Yayınları, Ankara.
7 / 23
oldukları koşullara göre ya da tarihsel dönemlere göre farklılaşmaktadır. Buna göre, insanlar
da üyesi oldukları topluma/toplum tipine göre farklılaşmakla birlikte, genel anlamda toplumla
etkileşim hâlinde hayatlarını sürdürürler. Üyesi olunan topluma göre bireyler belli açılardan
gelişkin özellikler taşırlarken, başka toplumlarla karşılaştırıldığında belli açılardan da
yoksunluk içinde olabilirler.
Birey ve toplum başlığı altında ele alacağımız bu konular, toplumsallaşma, kültür, toplumsal
kontrol mekanizmaları ya da değerler ve normlar içerisinde incelenecektir. Ancak bu konulara
geçmeden önce, klasik sosyolojiden bir örnekle birey ve toplum arasındaki ilişkiyi incelemek
istiyoruz.
Geçen derslerimizde de adından söz ettiğimiz Emile Durkheim ve İntihar başlıklı çalışması
aracılığıyla hem birey ve toplum arasındaki ilişkinin ne gibi şekillerde ele alınacağını hem de
klasik anlamda sosyolojinin konusunu nasıl ele aldığını görmüş olacağız.
4.1. Durkheim Düşüncesi
1858-1917 yılları arasında yaşayan Durkheim’in temel eserleri “Toplumsal İşbölümü Üzerine
1893, Sosyolojik Metodun Kuralları 1895, İntihar 1897, Dinsel Yaşamın İlksel Biçimleri
1912’dir.”2 İntihar Türkçe olarak da yayınlanmıştır.3 Bu kitapta öne sürdüğü görüşleri ele
almadan önce, kısaca Durkheim düşüncesinden söz edebiliriz.
Durkheim’a göre bir toplumdaki belirleyici unsur, ortak inanç, değer ve normların soyut bir
bütünü olan kolektif bilinçtir. Kolektif bilinç her ne kadar bireysel bilinçlerde belirginleşse de
toplumsal niteliği bakımından onlardan farklıdır. Onların basit bir toplamı ya da sonucu
değildir. Kendi yasalarına göre evrimleşen ve bireyleri çevreleyen, etkileyen veya belirleyen
koşullardan bağımsız olarak varlığını sürdüren kolektif bilinç, kendini diğer toplumsal
öğelerden farklı kılan niteliklere sahiptir. Zaman içinde büyük bir değişiklik göstermediği için
kuşaklar arasındaki bağlantıyı sağlar yani bireylerde somutlaşmasına rağmen, bireysel
bilinçlerdeki oluşumlardan bambaşka bir varlığa sahip olan kolektif bilinç, kendine özgü
nitelikleri, varoluş koşulları ve gelişme biçimi olan bir toplumsal gerçektir. Bu hâliyle
2 Raymond Aron, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1994, s: 225-283.
3 Emile Durkheim, İntihar- Toplumbilimsel İnceleme, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1986.
8 / 23
bireysel bilinçler üzerinde sürekli bir baskı mekanizması oluşturur. Bu baskı
mekanizmalarının somut toplumsal görünümleri ise yaptırımlarla desteklenen toplumsal
kurumlardır. Bireyler, bilinçli ya da bilinçsiz olarak ağırlıkla norm ve değerlerden veya
onların bileşimlerinden oluşan bu toplumsal kurumlara göre davranışlarını belirlerler.
Durkheim’a göre toplumlar dayanışma türlerine göre ikiye ayrılırlar: Mekanik dayanışma ve
organik dayanışma. Mekanik dayanışma üzerine kurulan toplumlarda (bu toplumlar genellikle
ilkel toplumladır) bireyler benzer norm, inanç ve değerleri paylaşırlar yani henüz
farklılaşmamışlardır. Bu tür toplumlarda kolektif bilinç, bireysel bilinçler üzerinde egemenlik
kurmuştur; hatta onları içermektedir.
Organik dayanışma, farklılaşmanın sonucu olarak beliren daha çağdaş bir oluşumdur. Canlı
varlıklarda nasıl organlar arasında bir birlik, bir bütünleşme ve dayanışma varsa ve
organizmanın varlığını sürdürebilmesi için nasıl her organın farklı görevi yerine getirmesi
gerekiyorsa bu durum toplum varlığı için de aynen geçerlidir. Organik dayanışma, bir
toplumdaki iş bölümünün zorunlu bir sonucudur. Ancak Durkheim için toplumsal iş bölümü,
teknik, mesleki ya da ekonomik iş bölümünden epeyce farklı bir anlam taşır. Örneğin, bir
toplumda görev ve mesleklerin farklılaşması, toplumsal farklılaşmanın yani toplumsal iş
bölümünün bir belirtisi, bir sonucudur. Durkehim toplumsal iş bölümünü, başka bir
toplumsal (morfolojik) etken olan nüfus yoğunluğu ile açıklamak istemektedir. Nüfus artışı ile
bireylerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için mücadele etme zorunluluğu doğar ve giderek
gelişir. Bu durumun olumsuz etkilerini azaltmak için, toplumsal farklılaşma yoluyla aynı
uğraşı dallarındaki kısır rekabet engellenmiş olur. Farklı uğraşı ve meslekler seçen bireyler,
toplumda farklı görevler alarak hem birlikte yaşama olanağını bulurlar hem de canlı bir
organizma olan toplumdaki fonksiyonlarını yerine getirerek toplumun idamesini sağlarlar.
Teknolojik gelişmeye koşut olarak farklılaşma önem kazanır ve organik dayanışma, mekanik
dayanışma üzerinde giderek egemenlik kurar.
Kısacası, toplumdaki bu ilk farklılaşmanın sonucu olarak beliren toplumsal iş bölümü,
ekonomi, hukuk, din, siyasal düzen gibi tüm toplumsal olgu ve oluşumları anlamamızı sağlar.
Ancak organik dayanışmanın ya da toplumsal farklılaşma ve iş bölümünün gelişmesi,
bireylerde başkalarından farklı oldukları bilincini oluşturur. Bu bireylik bilincinin kolektif
bilinci giderek daha fazla etkilemesi ve zayıflatması Durkheim için olumsuz bir nitelik taşır.
9 / 23
Bireylik bilincinin kolektif bilinci giderek daha fazla etkilemesini, zayıflatmasını ve bireyleri
bütünleştirmede toplumun yetersiz kalışını vurgulayan ve açıklayan anomi olgusunu
Durkheim kavramlaştırmıştır. Durkheim “Toplumsal İşbölümü Üzerine” ve “İntihar” adlı
yapıtlarında anomiden söz etmiştir.4 Anomi üzerinde ileride daha detaylı duracağız.
Şimdi biraz da Durkheim’in metodolojisinden söz edeceğiz. Durkheim, toplumsal olguların
nesneler gibi incelenmesi gerektiğini ve bir toplumsal olgunun ancak bir diğeriyle
açıklanabileceğini savunur. Doğa bilimlerinde olduğu gibi incelenecek konu, onu inceleyecek
araştırmacı için bilinmeyenler bütünüdür. Konu hakkındaki bildikleri sadece kalıplaşmış
verilerdir. Ayrıca toplumun düşünme ve duyma biçimleri onu oluşturan bireylerde
görülenlerden çok farklıdır. Kendi davranışlarının bile bütünüyle bilincinde olmayan bireyin
bu davranışları, gerçek anlamda algılayabilmesi olanak dışıdır. Bu durumda toplumsal olguya
mümkün olan tek yaklaşım biçimi, onu nesne statüsüne indirgemeksizin bir nesne gibi
dışarıdan incelemektir. Durkheim toplumsal olgu veya olayı açıklamak için iki kural önerir:
Olay veya olguyu nedeni ve toplumsal bütün içerisindeki fonksiyonu. Ancak nedensel
açıklama, tamamlayıcı bir nitelik taşıyan fonksiyonel çözümlemeden daha önemlidir. Çünkü
bir olgu veya olayın fonksiyonunu göstermekle onun oluşumu, yapısı ve içeriği incelenmiş ve
açıklanmış olmaz. Durkheim yöntemin temelinde nedensel açıklama bulunmakta ve bir olgu
veya olayın belirleyici nedeni, önceden var olan diğer toplumsal olgu ve olaylar arasında
araştırılmaktadır.
Durkheim’a göre, diğer doğa bilimlerinde uygulanan deneysel yöntemin sosyolojide farklı bir
nitelik alması gerekir. Çünkü toplumun bütünü üzerinde gözlem yapılabilir ama deney
yapmak olanak dışıdır. Deneysel yöntemin sosyolojide aldığı biçim, aralarında belirli ilişkiler
olduğu varsayılan olaylar ve olgular arasındaki birlikte değişebilirlikleri ortaya koymak
olacaktır. Örneğin birazdan üzerinde duracağımız intihar konusunda, intihar olgusu bağımlı
değişken, bu olguyu şu ya da bu düzeyde belirlediği varsayılan boşanma, doğum oranı, din,
eğitim, medeni hâl gibi toplumsal veriler bağımsız değişken olarak ele alınmıştır. Durkheim
böylece, bir toplumsal olguyu betimlemeden öteye geçerek onu bilimsel ve deneysel olarak
açıklayan yasalara ulaşmak istemiştir.5
4 Barlas Tolan, Toplumbilimlerine Giris, s: 25-26.
5 Tolan, s:29-30.
10 / 23
Aron, Durkheim’in “İntihar” adlı eserini ele alışının iş bölümündeki yaklaşımlarıyla yakından
ilgili olduğunu söylemektedir: İşlerin ve bireylerin farklılaşmasını, geleneğin gücündeki
gerilemeyi, aklın artan etkisini, bireysel girişime bırakılan payın artmasını olumlu bulur. Buna
karşılık çağdaş toplumlarda insanın geleceğinden ille de daha memnun olmadığını belirtir ve
ortak hayatın çağdaş örgütlenmesindeki belki patolojik niteliklerin anlatımı ve kanıtı olan
intihar sayısındaki artışa işaret eder. Geleneğin egemen olduğu toplumlar, herkese doğum ya
da ortak zorunluluklarla belirlenen bir yer verir. Bu toplumlarda bireyin kendi beğenileri ya
da yetenekleri doğrultusunda bir yer istemesi anormal olurdu. Buna karşılık çağdaş
toplumların temel ilkesi bireyciliktir. İnsanlar bu toplumlarda kendilerini başkalarından farklı
hissederler ve herkes hakkı olduğuna inandığı şeyleri elde etmek ister. Bireyci adalet ilkesi
çağdaş düzenin ortak, zorunlu ilkesi hâline gelmektedir. Çağdaş toplumlar ancak adalete saygı
göstererek istikrarlı olabilirler.
Bireysel farklılaşma üzerine kurulmuş toplumlarda bile mekanik dayanışmanın yani herkeste
ortak inanç ve değerlerin egemen olduğu toplumlardaki kolektif bilincin bir eşi varlığını
sürdürmektedir. Eğer bu ortak değerler zayıflar, bu inançların alanı aşırı biçimde daralırsa
toplum dağılma tehdidi ile karşı karşıya kalır. Bütün toplumlarda olduğu gibi çağdaş
toplumlarda da temel sorun bireylerin grupla olan ilişkileridir. Bu ilişki bireyin toplumsal
zorunluluklarının herhangi birini körü körüne kabul edemeyecek kadar kendi kendisinin
bilincine varmış olması yüzünden değişmiştir. Bireyin toplulukla bütünleşmesini
destekleyecek profesyonel grupların örgütlenmesini sorunun çözümü, çağdaş toplumların
yerleşik hastalığının iyileşmesi olarak görür.
4.2. İntihar/Le Suicide- Etude Sociologique
İntihar adlı incelemesi, çağdaş toplumların patolojik bir görünümünü ve bireyle topluluk
arasındaki ilişkinin en çarpıcı biçimde yer aldığı bir olguyu konu alır. Durkheim kolektif
gerçekliğin bireyleri ne ölçüde belirlediğini göstermek ister. Bu açıdan bireyin kendi hayatına
son vermesinden daha bireysel bir şey olmayacağı için, intihar olgusunun olağanüstü önemi
vardır. Eğer bu olgunun toplum tarafından yönetildiği ortaya çıkarsa Durkheim tezinin
doğruluğunu ona en aykırı bir olayla kanıtlamış olacaktır. Birey kendini öldürecek ölçüde
11 / 23
yalnız ve umutsuz olduğu zaman bile bu yalnız hareketi yöneten onun bireysel geçmişinden
çok, zavallının bilincinde bulunan toplumdur.6
İnceleme olgunun tanımlanmasıyla başlamakta, daha önceki yorumları çürüterek devam
etmektedir. Ardından intihar çeşitlerinin belirlenmesi gelmekte ve sonunda bu tipoloji üzerine
incelenen olgunun genel kuramı geliştirilmektedir.7
Durkheim, 1897 yılında “Le Suicide- Etude Sociologique” adıyla yayınladığı yapıtında
başlıca iki amaç güdüyordu:
1. İnsan olaylarının toplumsal (yani toplu durumda yaşama zorunluluğundan kaynaklanan)
yönleri vardır; toplumsal olguların etkenleri de ancak toplumsal nitelikte etkenlerdir.
2. Kapitalist-sanayi toplum koşullarına girmiş bulunan Batı Avrupa toplumlarında, temel
toplumsal işlevleri yerine getirmesi gerekli kurumların, bu yeni koşullara uyarlanamamış
olduklarını göstermek. Aile, eğitim, siyaset, ekonomi, inanç ve ideoloji gibi kurumlarda
ortaya çıkabilecek değişimlerin anlaşılıp açıklanabileceğini ve bilgili olarak belli amaçlara
doğru yönlendirilebileceğini vurgulamak.8
“İntihar”in çevrimeni olan Özer Özankaya yazdığı önsözde şöyle diyor: “intihar gibi ancak
bireyselliği içinde anlaşılabileceği düşünülen bir davranış bozukluğu olgusunun bile
toplumsal etkenleri bulunduğunu, bu nedenle toplum bilimsel yöntem ve tekniklerle ele
alınması gerektiğini gösteriyordu. Toplumsal yaşamın başlıca alanlarını örgütleyen eş
güdülmüş, yön verici düşünceler ve davranış kuralları toplamı demek olan toplumsal
kurumların ve kurumlaşma süreçlerinin önemini anlatmak istiyordu. Bunun yanında da
toplum bilimin kullanış alanlarını ve yollarını pek güzel göstermiş oluyordu.”9
6 Aron, s:233-234.
7 Aron, s: 234
8 Emile Durkheim, İntihar, Toplumbilimsel İnceleme, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1986, s: V.
9 Durkheim, s: VI.
12 / 23
Durkheim’in incelemesinin çerçevesine baktığımızda önce “Toplum Dışı Etkenler” başlığı
altında,
a) İntihar ve Ruhsal Hastalık Durumları
b) İntihar ve Normal Ruhsal Durumlar-Irk-Kalıtım
c) İntihar ve Hava Koşulları
d) Taklit başlıklarında konununun ele aldındığını görürüz.
İkinci ana bölüm “Toplumsal Nedenler ve Toplumsal Örnekler” başlığını taşımaktadır. Bu
bölümde konu,
a) Bu nedenleri saptamanın yöntemi
b) Bencil/egoist intiharlar
c) Elcil/altruist intiharlar
d) Kuralsızlık/anomi intiharı
e) Değişik intihar türlerinin bireysel biçimleri başlıklarında önce yöntemi belirler sonra
sınıflandırılır.
Üçüncü ana bölüm “Bir Toplumsal Olay Olarak İntiharın Genel Niteliği” adını taşımaktadır.
Burada ise
a) İntiharın toplumsal öğesi
b) İntiharın başka toplumsal olaylarla ilişkileri
c) Uygulamaya ilişkin sonuçlar başlıkları altında intiharın neden toplumsal olduğu ve neden
toplum dışı unsurla ilişkili olmadığının tartışıldığını görmekteyiz.
Durkheim kitabını kısaca özetlemeye çalışırsak, intihar olayını açıklamak üzere, o zamana
değin bu konularda öne sürülmüş bütün belli başlı görüşleri; örneğin akıl hastalığı, ırk,
kalıtım, iklim ve hava sıcaklığı, taklit etkenleriyle açıklamak isteyen görüşleri ele aldığını ve
bunları tek tek çürüttükten sonra “geriye tek bir etken kalıyor: toplum etkeni” dediğini ifade
edebiliriz.
Kitabında intiharı şöyle tanımlamaktadır: Kurbanın kendisi tarafından yapılmış olumlu ya da
olumsuz bir hareketin doğrudan ya da dolaylı sonucu olan her ölüme intihar denir. 10
10 Durkeim, s: 3.
13 / 23
Burada olumlu eyleme, insanın şakağına bir kurşun sıkmasını örnek verebilir. Olumsuz
eyleme ise yanan bir evi terk etmemek ya da açlıktan ölene kadar yemek yememektir.
Ölümüne kadar sürdürülen bir açlık grevi de bir intihar örneğidir.
Dolaylı ya da dolaysız deyimi de olumlu ya da olumsuz ayrımına benzer bir ayrımı
düşündürmektedir. Şakağa bir kurşun sıkmak dolaysız olarak ölüme yol açar ama yanan bir
evi terk etmemek ya da yemek yemeyi reddetmek dolaylı olarak ya da zamanla istenen
sonucu yani ölümü getirebilir.
Bu tanıma göre kavram, yalnızca genelde intihar olarak bilinen olayları değil, aynı zamanda
teslim olmak yerine gemisini batıran subayın, şerefinin lekelendiğini düşünerek kendini
öldüren samurayın, Hindistan’daki bazı geleneklere göre kocalarını ölümde de izlemek
zorunda olan kadınların davranışlarını da kapsamaktadır. Başka bir deyişle ilk bakışta çaresiz
aşığın, batmış bankerin, tutuklanmış suçlunun gazete haberlerinin aktardığı olağan denen
intiharlarıyla bir tutmak istemediğimiz bir kahramanlık ve zafer halesiyle çevrili istemli ölüm
olaylarını da intihar olarak açıklamak gerekir.11
Durkheim çalışmasında başlıca veri olarak istatistik bilgileri kullanmıştır. 1841-1872 arasında
Fransa, Prusya, İngiltere, Saksonya, Bavyera ve Danimarka’da gerçeklesen intihar sayılarını
inceledikten sonra, belli bir durağanlığın olduğunu belirtmektedir. Şöyle demektedir “Bu
kitabın her sayfasından, bireyin kendisini aşan bir tinsel gerçekliğin egemenliğinde bulunduğu
izlenimini edinmemek bize güç görünüyor: Bu topluluk gerçekliğidir.” Her halkın kendisine
özgü bir intihar oranı bulunduğu, bu oranın genel ölüm oranından daha durağan olduğu,
evrimden geçtiğinde de her topluma özgü bir hız katsayısına göre gerçekleştiği, günün, ayın,
yılın değişik anlarında gösterdiği değişimlerin toplumsal yaşamın hızını yansıttığı
görüldüğünde; evlenmenin, boşanmanın, ailenin, dinsel topluluğun, ordunun vb. kimileri
sayısal olarak bile anlatılabilecek belirli yasalara göre intihar olaylarını etkilediği
gözlemlendiğinde, bu durumları ve bu kurumları belirli bir niteliği ve etkinliği bulunmayan
herhangi bir düşünsel düzenleme olarak görmekten vazgeçilecektir. Tersine bunların, bireyi
belirleme tarzları dolayısıyla ona bağımlı olmadıklarını gösteren gerçek, canlı ve etkin güçler
oldukları anlaşılacaktır; birey bu güçleri doğuran bileşimin bir öğesi de olsa, söz konusu
güçler oluştukça kendilerini bireye kabul ettirirler. Bu koşullarda sosyolojinin nasıl nesnel
11 Aron, s: 234.
14 / 23
olabileceği ve olması gerektiği daha iyi anlaşılacaktır. Çünkü önünde psikoloğun ya da
biyoloğunkiler kadar belirli ve sağlam gerçeklikler bulunmaktadır. Fransa’da gerçekleşen
26.000 intiharın dosyasının Marcel Mauss tarafından tarandığını ve bunların yaş, cinsiyet,
medeni durum, çocuklu ya da çocuksuz olmak durumlarından her biri için ayrı ayrı inceleme
işleminin de yine Mauss tarafından yapıldığını belirtmektedir.12
Ele alınan veriler intihar oranının yani belirli bir nüfus içindeki intihar sıklığının görece
değişmezliğini hemen ortaya koymaktadır. Durkheim bunu temel olarak görür. İntihar oranı
bütün bir toplumun, bir ilin ya da bir bölgenin belirtici niteliğidir. Keyfe bağlı olarak değil,
ancak birçok koşula bağlı olarak değişir. Koşullarla intihar oranındaki toplumsal bir olgu olan
değişimler arasındaki değişkenleri ortaya koymak sosyoloğun görevidir. Gerçekten de
bireysel bir olgu –filan kişinin filan koşulda kendini öldürmesi- olan intiharı, Durkheim’in
açıklamaya çalıştığı toplumsal bir olgu olan intihar oranından ayırmak gerekir. Kuram
açısından önemli olan bireysel olgu -intihar ile toplumsal olgu-intihar oranı arasındaki
ilişkidir.13
Durkheim, olguyu tanımladıktan sonra psikolojik açıklamaları bir yana bırakır ama intihara
psikolojik bakımdan eğilimli olma hâli olduğunu ve bunun psikolojik ya da psikopatololojik
terimlerle açıklanabileceğini kabul eder. Bununla beraber Durkheim intiharı belirleyen gücün
psikolojik değil, toplumsal olduğunu söyler. Bunu kanıtlamak için farklı topluluklardaki
intihar oranını inceleyerek psikopatolojik durumların sıklığı ile intiharın sıklığı arasında bir
ilişki olmadığını gösterir.14
Aron, İntiharda bilimsel tartışmanın iki terim etrafında toplandığını belirtmektedir: Psikolojik
eğilimlilik ve toplumsal belirlemedir. Farklı dinleri inceleyen Durkheim, Yahudi olanlar
arasında akıl hastası oranının özellikle yüksek, intihar oranının ise özellikle düşük olduğunu
saptar. Aynı biçimde kalıtımla gelen eğilimlerle intihar oranı arasında bir bağıntı olmadığını
göstermeye çalışır. İntihar yüzdesi yaşla birlikte artmaktadır. Bunun intiharın etkileyici
12 Durkhein, s: XVII.
13 Kısaca, Durkheim, her toplumda kendine özgü olan ve büyük toplumsal dönüşümler ya da olağan dışı durumlar olmadıkça
durağan kalan bir “toplumsal intihar oranı” bulunduğunu belirtiyor. Bu da intiharın toplumsal bir olgu olduğunu
kanıtlamaktadır. Yani, toplumsal intihar oranını belirleyen şey, intihar olayıyla birlikte görülen kimi toplumsal etkenlerdir ve
intiharın nasıl oluştuğunu anlamamızı sağlayacak olan da bu etkendir.
14 Aron, s: 234-235.
15 / 23
nedeninin kalıtım yoluyla geçtiği varsayımı ile bağdaşır yanı yoktur. Durkheim böylece aynı
ailede yinelenen intihar olaylarına bakarak yapılabilecek yorumları çürütmeye çalışır.15
Durkheim intiharın taklit olgusundan çıktığı yolundaki yorumu da bir yana bırakır. Bilindiği
gibi Tarde taklidi toplumsal düzenin anahtar olgusu olarak değerlendirmektedir. Buna
karşılık olarak Durkheim, taklit adı altında üç olgunun birbirine karıştırıldığını söylemektedir.
Bu olgulardan birincisi bilinçlerin birleşmesi (fusion) diye adlandırılabilecek, aynı
duyguların çok sayıda insan tarafından hissedilmesidir. Örnek olarak devrimci kalabalık
verilebilir. Devrimci kalabalıkta bireyler bilinçlerinin kimliğini yitirme eğilimi gösterirler.
Her biri ötekinin hissettiklerini duyar; bireyleri harekete geçiren duygular ortak duygulardır.
Hareketler, inançlar, tutkular her biri birine aittir çünkü bunlar herkesle ortaktır. Ama bu
sosyal psikolojik olgunun dayanağı bir ya da çok birey değil, topluluğun kendisidir.
İkinci olgu bilinçlerin birleşmesi olmadan, bireyin topluluğa uyması ve diğerleri gibi
davranmasıdır. Herkes az çok yaygın-toplumsal zorunluluklar önünde boyun eğer ya da
birey dikkatlerini üzerine çekmek istemez. Moda toplumsal zorunluluğun yumuşatılmış bir
biçimidir. Belirli bir toplumsal ortamdan olan bir kadın, belirli mevsimde giyilmesi
gerekenden farklı bir giysi giyerse kendisini küçük düşmüş hisseder. Burada taklit değil,
bireyin ortak kurala boyun eğmesi vardır.16
Üçüncü olgu, terimin tam anlamıyla taklit olarak adlandırmayı hak eden “hareket, kendinden
hemen önce başka biri tarafından yapılmış benzer bir hareketten gelen ve bu örnek ile
yinelenmesi arasında, yinelenen hareketin özündeki nitelikleri taşıyan açık ya da gizli hiçbir
düşünsel etkinliğin bulunmadığı” harekettir. Bu olguyu anlamak için sıkıcı bir konferans
sırasında öksürüğün yaygınlaşmasını ve kalabalık toplantılarda bazen ortaya çıkan mekanik
sayılabilecek tepkileri düşünmek yeterlidir. Bu noktada, iki olguyu bulaşma (cotagion) ve
salgın (epdémie) birbirinden ayırmak gerekir. Aron bunun Durkehim yönteminin tipik ayrımı
olduğunu söyler. Bulaşma, bireyler arası hatta bireysel olarak adlandırabileceğimiz bir
olgudur. Birisi öksürdükten sonra öksüren kişi, yanındakinin öksürüğüne tepki
göstermektedir. Sonuçta öksürenlerin sayısı çok olabilir ama her biri tamamen kişiseldir. Olgu
15 Aron, s: 235.
16 Aron, s: 235.
16 / 23
su üstünde kayarak seken taş gibi bir bireyden ötekine geçer. Buna karşılık, bulaşma yolu ile
geçebilen salgın, dayanağı toplumun bütünü olan ortak bir olgudur. Birbirini izleyen bireysel
hareketlerle ortak olgu arasındaki ayrım, Durkheim’in asıl niyetini, toplumsal belirleyiciliği
olduğu gibi anlama olanağını bir kez daha vermektedir.17 “Bir insan grubu içinde ortak bir
düşünce oluşturan süreci, ortak ya da geleneksel kurallara katılmamızı sağlayan süreci ve son
olarak içlerinden biri başladığı için koyunların birbiri ardından suya atlamasını belirleyen
süreci aynı sözcükle yani taklit sözcüğü ile anlatamayız. Birlikte hissetmek, kamuoyunu
otoritesi önünde eğilmek, nihayet başkalarının yaptığını otomatik olarak yinelemekten başka
başka şeylerdir.” diyen Durkheim, istatistiklerle intihar olgusunun taklitle belirlendiği
yolundaki düşünceyi çürütür. Eğer intiharlar bulaşmaya bağlı olsaydı, bu yayılma harita
üzerinde de görülebilirdi. Haritaya bakıldığı zaman intihar oranlarının yüksek olduğu
bölgelerin yanında düşük olduğu bölgeler vardır. Oranların dağılımı düzensizdir yani taklit
varsayımına ters düşmektedir ama bazı durumlarda bulaşma olabilir. Ama ortaya çıkabilecek
bulaşma olgusu ne intihar oranını ne de onun değişmelerini açıklayabilir.
Bütün bu açıklamaları yaptıktan sonra Durkheim, tipleri ortaya koymaya başlar. İntiharın
toplumsal tiplerinin istatistiksel ilişkilere bağlı olarak belirlenebileceğini düşünür. (Ele aldığı
istatistiklere göre intihar oranı yılda bir milyonda 100 ile 300 arasında değişmektedir. Bu
dönemde, olay sayısının azlığı ve istatistiklerdeki olası yanlışlıklar yüzünden intihar
oranındaki değişmelerin incelenmesinin hemen hemen önemsiz olduğu görüşünü savunan
doktorlar da olmuştur.)18
Çeşitli toplumsal etkenlere bağlı olarak üç tip intihar belirler. Toplumsal etkenler, dinsel
bağlılık (mensubiyet), evlilik, aile yaşamı, siyasal ve ulusal bağlar ile intihar olayları
arasındaki bağları inceleyen Durkheim; bencil intiharlar (egoistic suicide), elcil intiharlar
(diğerkâm intihar-altruistic suicide) ve kuralsızlık intiharları (anomic suicide) tanımlarını
yapar.
Bencil intihar, intihar oranı ile din ve evlilik-çocuk ikili görüntüsü altında düşünülen aile
gibi, bütünleştirici toplumsal çerçeve arasındaki ilişki sayesinde incelenmektedir. Yani bireyin
toplumsal çevresiyle bütünleşememesi, bağlı olduğu din, aile, politik zümre... tarafından
17 Aron, s: 236.
18 Aron, s: 236.
17 / 23
korunmamış olması nedeniyle oluşur. Yani bireyi kendi başının çaresine bakmak durumunda
bırakan etkenler ne kadar çoğalırsa intihar olayları da o ölçüde artar. Bu gibi durumlarda
toplumsal bağlar gevşektir ve birey kendisini yalnız hissediyordur.
İntihar oranı yaşa göre değişir; genel olarak yaşla birlikte yükselir. Dine göre değişir.
Durkheim Alman istatistiklerini kullanarak intiharın Katolik ve Protestanlardaki oranlarını
karşılaştırır. Katoliklik, üyelerini topluluk yaşamıyla yoğun biçimde bütünleştirdiği için
Katolikler arasında intihar olaylarının çok az görüldüğünü belirtmekte; buna karşılık
bireyciliğin değerli tutulduğu, laik dünya ve toplum anlayışının özendirildiği Protestanlıkta
birey ile toplumsal kümesi arasındaki bağlar gevşeyip koptuğu Protestanlar arasında intihar
oranının da daha yüksek olduğunu söylemektedir.
Durkheim benzer şekilde, evli erkek ve kadınların durumunu bekârların, dul erkek ve
kadınların durumuyla karşılaştırır. Bunu, aynı yaştaki evli, dul ve bekâr erkek ve kadınlardaki
intihar sıklığını karşılaştırarak yapar. Aile bağlarının zayıflamasıyla da bencil intihar
olaylarında artış görülmektedir. Durkheim evlilik, kadın ve erkekleri koruyorsa belirli bir
yaştan sonra çocukların varlığı ile gerçekleşmektedir diye düşünür. Çocuksuz aile yeteri kadar
güçlü bütünleştirici bir ortam değildir. Erkekler ya da kadınlar her şeyden önce kendilerini
düşündükleri zaman -toplumsal bir grupla bütünleşemedikleri zaman- onları harekete geçiren
istekler grubun otoritesi ve dar, güçlü bir ortamın zorladığı yükümlülüklerin gücü ile
insanlığın yaşamıyla uyuşan bir ölçüye getirilemediği zaman intihara daha çok
eğilimlidirler.19
İkinci intihar tipi elcil intihardır. Bireyin içinde olduğu zümre tarafından çok fazla korunduğu
toplumlarda görülür. Aşırı toplumsal bütünleşmişlik elcil intiharı kolaylaştırır. Bu durumda
bireyin yaşamı âdetler, gelenekler ve alışkanlıklarla katı biçimde düzenlenmiştir. Durkheim
topluluğun buyrukları gerektirdiğinde bireylerin düşünmeden kendilerini öldürdüklerini
söyler.
Kitabında belli başlı iki örneği vardır. Birincisi, Hindistan’da kocasının cesedinin yakılacağı
odun yığınının üzerine yerleştirilmeyi kabul eden dul kadın örneğidir. Bu durumda intiharın
nedeni aşırı bireycilikten dolayı değildir. Tam tersine birey grup içinde yok olduğu için
19 Aron, s:237.
18 / 23
gerçekleşmektedir. Birey kendi yaşama hakkını ileri sürmeyi hiç düşünmeden toplumsal
zorunluluklara uygun olarak kendini öldürmektedir. Aynı biçimde, gemisini yitirdikten sonra
yaşamak istemeyen kaptan elcillikle intihar eder. Birey, içselleştirilmiş toplumsal zorunluluğa
uyarak kendini feda eder.20
Aslında kahramanca olan ya da dinsel nedenlere bağlı olarak gerçekleştirilen bu intihar
durumları dışında Durkheim, istatistiklerde elcil intiharın çağdaş bir biçimini orduda bulur.
Orduda şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır: İstatsitiklere göre, belli yaştaki askerler, subay ve
astsubaylar aynı yaştaki sivillerden biraz daha fazla intihar etmektedirler. Çünkü askerler
güçlü bir biçimde bütünleşmiş bir grubun üyeleridir. Meslekten askerler, temel ilkesi disiplin
olan bir örgütün üyeleridirler ve bu sisteme bütünleşmişlerdir. Bu şekliyle aile yaşamının
disiplinini reddeden ve isteklerini sınırlamayan bekârlarla tam ters uçta yer almaktadırlar.
İntiharın üçüncü toplumsal tipi anomik intihardır. Çağdaş toplumun en belirgin niteliği
olduğu için Durkheim’ı en çok bu tip ilgilendirir. Anomik intiharı, intiharların sıklığı ile
ekonomik dönemler arasındaki istatistiksel ilişkiler ortaya koyar. İstatistikler ekonomik
bunalım dönemlerinde ama aynı zamanda daha ilginç ve beklenilmedik bir biçimde aşırı refah
evrelerinde intiharların sıklığında bir artma eğilimi olduğunu göstermektedir.
Ayrıca bir başka ilginç olgu, büyük siyasal olaylar sırasında intihar sıklığının azalması
olguları Durkheim’da anomik intihar düşüncesini uyandırmıştır. Durkheim, özellikle
toplumsal dağılma ve bireyi gruba bağlayan bağların zayıflığı ile tanımlanan çağdaş toplumun
bunalımı ile ilgilenmektedir.* Anomik intiharlar sadece ekonomik bunalımlar sırasında
artmaz. Aynı zamanda boşanma sayısı ile bağlantılı olarak da artar. Durkheim’in incelediği
istatistiklere göre, boşanmış erkek kadına oranla daha çok tehdit altındadir. Erkeklerin neden
daha çok tehdit altında olduklarını ise şöyle açıklar: Erkek evlilikte denge ve disiplin bulur.
Bu arada geleneklerin hoşgörüsü sayesinde belli bir özgürlüğünü de korur. Boşanan erkek,
disiplinsizliğe, isteklerle doyum arasındaki aykırılığa yeniden düşer. Kadın boşandığında,
ailenin koruyuculuğunu kaybeder ama artan özgürlükten yararlandığı için bu kaybı bir ölçüde
giderir.21
20 Aron, s:237
21 Aron, s: 238.
* Gelecek dersimizde bu konuyu ele alacağız.
19 / 23
Çağdaş toplumlarda, toplumsal varoluş gelenekle düzenlenmez, bireyler birbirleriyle sürekli
yarış içindedirler. Yaşamdan çok şey bekler ve isterler. Özlemleriyle bunların doyumu
arasındaki oransızlıktan doğan acı ve tedirginlik havası intihar dürtüsünün gelişmesine
elverişlidir.
Sonuç olarak intihar kuramına göre, intiharlar, nedenleri her şeyden önce toplumsal olan
kişisel olgulardır. Topluma nüfuz eden intihar dürtüleri vardır. Bunların kaynağı birey değil
toplumdur ve bunlar intiharın gerçek nedeni ya da belirleyicisidir. Elbette bu intihar dürtüleri
rastlantı sonucu seçilmiş herhangi bir bireyde somutlaşmaz. Eğer kimi kişiler intihar ediyorsa
bunun nedeni belki de psikolojik yapıları, sinirsel zayıflıkları ve nevrotik bozuklukları ile
intihara eğilimli olmalarıdır. Aslında intihar dürtüsünü yaratan aynı toplumsal koşullar bu
psikolojik eğilimliliği de yaratır. Çünkü çağdaş toplum koşullarında yaşayan bireyler, ince ve
dolayısıyla zayıf duyarlılığa sahiptir. İntiharın gerçek nedenleri, toplumdan topluma, gruptan
gruba, dinden dine değişen toplumsal güçlerdir. Bunlar tek tek bireylerden değil, gruptan
doğar yani toplumlar bireylerden farklıdır. Temeli bireylerin toplanması değil, topluluk olan
olgular ya da güçler vardır. Bunlar hep birlikte, sadece bir araya gelme ile açıklanabilen
olgular ya da güçler oluştururlar. Bireysel olguları yöneten çok özel toplumsal olgular vardır.
Bunun en ilginç ya da en anlamlı örneği bireyleri ölüme götüren toplumsal akımlardır.
Bunların her biri kendi kendine itaat ettiğini sanırken aslında toplumsal güçlerin
oyuncağıdır.22
Çağdaş toplumlar her şeyden önce bireyin toplulukla yetersiz bütünleşmesi gibi, patolojik
belirtiler gösterir. Bu açıdan en çok dikkat çekici olan hem ekonomik kriz hem de ekonomik
refah dönemlerinde yani etkinliklerde aşırılığın ortaya çıktığı ve karşılıklı ilişki ve rekabette
artışın görüldüğü bütün durumlarda intihar oranındaki yükselmedir. Bu olgular içinde
yaşadığımız toplumdan ayrı düşünülemezler ama belirli bir sınırdan sonra patolojik hâle
gelirler.
Durkheim’in tezi çeşitli tartışmalara konu olmuştur. Örneğin istatistik verilerin
kullanılmasında sorunlar olduğu, çok küçük sayılara dayalı olarak yorumlar yapıldığı, tüm
intihar vakalarına ulaşmanın çeşitli nedenlerle mümkün olamayacağı, başarısız intiharların
kayda geçmediği gibi nedenler ileri sürülmüştür. Sosyolojik yorumla psikolojik yorum, intihar
22 Aron, s: 239.
20 / 23
edenlerin ruhsal açıdan zayıf oldukları noktasında birleşmektedir. Ancak Durkheim intihar
dürtüsünden söz ederek, grubun tümünden gelen toplumsal ya da toplu bir gücün bireyleri
kendilerini öldürmeye ittiğini düşünmektedir. Böylece bireyüstü bir güce dönüştürülmüş
toplumsal etkenler neredeyse mitsel bir boyut kazanmaktadır.23
23 Aron, s: 242-243.
21 / 23
SONUÇ
Bu derste birey ve toplum etkileşimini incelemeye başladık. Toplumun, insanlar için çevre
olduğunu ve insanların çevrelerine uyum sağladıklarını belirttik. Bu noktadan sonra Durkheim
sosyolojisine geçerek önce temel kavramlar üzerinde durduk, daha sonra İntihar adlı kitabında
ileri sürdüğü tezleri ve intihar tiplerini ele aldık. Bütün ileri sürdüğü tezlerde Durkheim’ın
toplumsalın ne kadar güçlü bir belirleyici olarak öne sürdüğünü gördük.
22 / 23
ÇALIŞMA SORULARI
1. Durkheim İntihar adlı kitabında konuyu hangi metodoloji ile ele alır?
2. Durkheim intiharı kaç tip hâlinde inceler?
3. Durkheim kaç tip dayanışmadan söz etmektedir? Bu dayanışma tipleri hangi kritere göre
belirginleşmektedir?
23 / 23
KAYNAKÇA
ARON, Raymond (1994). Sosyolojik Düşüncenin Evreleri. Ankara: Bilgi Yayınevi.
DURKHEIM, Emile (1986). İntihar- Toplumbilimsel İnceleme. Ankara: Türk Tarih Kurumu
Basımevi.
TOLAN, Barlas(1991). Toplum Bilimlerine Giriş. Ankara: Adım Yayınları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder