5. TOPLUMSALLAŞMA VE KÜLTÜR
Dördüncü dersimizin başlangıcında da belirttiğimiz gibi canlılar belirli bir çevre içinde doğar,
yaşamlarını sürdürür ve ölürler. Varlıklarını sürdürebilmek için, çevrelerine en iyi uyum
sağlayacak birtakım davranış biçimlerini geliştirirler. İnsan için çevre toplumdur. Bireylerin
kimi davranışlarını toplumun (çevrenin) nitelikleri etkiler.
Aynı şekilde insan toplulukları karşılaştığı çeşitli sorunların, örneğin beslenme, barınma,
çocukların yetiştirilmesi, sağlık vb. sorunların çözümlenmesi için değişik araçlar, yöntemler,
düşünme ve örgütlenme biçimleri ortaya koyarlar. Bu amaçla toplumların yarattıkları maddi,
manevi ve düşünsel ürünlerin tümüne kültür adı verilir.
Toplumlar dünyayı benimsedikleri yaşam biçimine ve koşullarına bağlı olarak algılar ve
yorumlar; kavram ve inançlarını da ona göre belirlerler. Örneğin bir balıkçı kentinin halkı
havadaki değişimlere karşı bir endüstri kentinin insanından daha duyarlı olabilir. Çünkü
denizin ve havanın koşullarını ve durumunu bilmek yaşamını sürdürmek açısından çok
önemlidir. Eskimo dilinde birçok değişik tipte kar, Arapçada ise gündelik yaşamda bir
zamanlar çok önemli bir yeri olan deveye ilişkin çok sayıda sözcük olduğu bilinmektedir.
Gemiciler de çeşitli rüzgârları anlatmak için çok çeşitli sözcükler kullanırlar.1
Bu kısa girişten de anlaşıldığı gibi bireyin toplumun bir parçası olmasında üzerinde durmamız
gereken iki süreç toplumsallaşma ve kültürdür. Birbiri içine geçmiş bu iki kavram ve süreci
incelemeye önce toplumsallaşmadan başlayacağız.
5.1. Toplumsallaşma
Dünyaya geldiğinde çevrenin yardımı olmaksızın yaşaması olanaksız olan bir bebek, nasıl
toplumun yetişkin bir üyesi hâline gelir? Canlıların hiçbir türünde yeni doğanlarla yetişkinler
arasındaki fark, insandaki kadar büyük değildir. Çevreye uyum süreci, hiçbir canlıda
insandaki kadar uzun bir zaman almaz. Çocuk doğumundan başlayarak birtakım bilgileri ve
becerileri ve toplumdaki çeşitli ilişkiler çerçevesinde kendisine bir yer edinir.
1 Tolan, Barlas – İsen, Galip - Batmaz, Veysel(1991). Sosyal Psikoloji. Ankara: Adım Yayınları, Tolan, Barlas(1991).
Toplum Bilimlerine Giriş. Ankara: Adım Yayınları.
7 / 24
İnsan dünyaya geldiği andan başlayarak, çevresindeki varlıklarla birtakım ilişkiler içine girer.
Bu varlıklar içinde en önemlisi diğer insanlardır. Bir toplumda hem çocuklar hem de
yetişkinler için en belirleyici ilişkiler öteki insanlarla kurulanlardır. Bu nedenle çocuğun
toplumun bir üyesi hâline gelmesinde en büyük ağırlığı taşıyan etken, toplumsal ilişkilerin
kurulmasının öğrenilmesidir. Bu süreç toplumsallaşma (sosyalizasyon) olarak
tanımlanmaktadır.
Toplumsallaşmanın temel unsurları öteki insanlar, özellikle de çocuğun anne ve babası,
öğretmenleri, kardeşleri, arkadaşları ve onun için önem taşıyan insanlardır. Onlarla kurduğu
ilişkiler sonucu, bilinçli ve sistemli bir biçimde kendisine aşılanmasa da toplum içinde
varlığını nasıl sürdürebileceğine ilişkin bilgileri, yani toplumsal yaşama uyumu etkin bir
biçimde öğrenir. Toplumsallaşma sadece çocuklar için değil yetişkinler için de geçerli olan bir
süreçtir. Toplumsal ilişkiler doğumla başlayıp ancak ölümle sona erdiğine göre,
toplumsallaşma da yaşam boyu devam eden bir süreç olarak ele alınmalıdır.2
Bu noktada daha detaylı bir tanım yapmak yerinde olacaktır. Toplumsallaşma, kişinin üyesi
olduğu toplumun ve/ya da grupların beklentilerine uyum sağlayan davranışları öğrendiği,
oluşturduğu ve değiştirdiği bir etkileşim süreci olarak tanımlanabilir. Ancak belirtilmesi
gereken bir başka nokta daha vardır. Toplumsallaşma, kişinin standart bir toplumsal kalıba
göre biçimlendirilmesi anlamına da gelmez. Bireyler, süreç boyunca birbirinden çok değişik
birçok etkenin baskısıyla karşılaşır ve bunlara farklı biçimde tepki göstererek kendine özgü
davranış örüntüleri oluştururlar. Dolayısıyla bireyler bazı yönlerden birbirine benzer özellikler
kazanırken, başka yönlerden de tümüyle farklı niteliklere bürünürler. Ayrıca, özellikle çağdaş
toplumun çok yönlü çok boyutlu yaşantısında bireylerin birbirinden farklı biçimde
toplumsallaşmalarına yol açan birçok değişik etken söz konusudur. Çeşitli grup ve sınıflar,
toplumun ortalamasından yer yer farklılıklar gösteren yaşam biçimlerine, dolayısıyla düşünce,
davranış ve değer örüntülerine sahiptirler.
Böylece, toplum içinde değişik konumlarda bulunan bireyler, kendi özelliklerine en uygun
düşünce ve davranış biçimlerine girerek, o toplumda yaşamasını öğrenirler. O hâlde
toplumsallaşma temelde bir öğrenme sürecidir. Toplumsallaşmanın konusu, bireyin
tutumlarında ve davranışlarında öğrenme sonucu ortaya çıkan değişmelerdir. Ancak
2 Tolan, Toplumbilimlerine Giris, s:347.
8 / 24
toplumsallaşma olgusundan söz edebilmek için, bu öğrenmenin bireyin öteki insanlarla
giriştiği etkileşimin ürünü olması gerekmektedir.
O hâlde toplumsallaşma çocuğun ailesinin, akrabalık ve komşuluk ilişkilerinin, şehir veya
köyünün ve nihayet ulusunun bir parçası olduğunu öğrenmesidir. Böylece tek tek kişiler yerine
toplumun parçaları olan, birbirinden farklılıkları olduğu gibi, birbirlerine büyük benzerlikler
de gösteren toplumsal bireyler oluşur.
Talcott Parsons’a göre “toplumsallaşma, topluma yabancı barbarların bitip tükenmeyen istila
girişimleri gibidir”. Ama toplum bu barbarları, yapısı içinde eriterek, onlara kendi uygarlığını
aşılayarak her yeni kuşağı evcilleştirme sürecine sokar.
Toplumsallaşma, sosyolojinin ve sosyal psikolojinin bir kavramı olarak belirli bir kültürel ve
toplumsal yapının içinde bireylerin geçirdiği en genel sürece verilen addır. Bu süreç,
toplumun manevi yapısını oluşturan tutum, davranış, bilgi, görgü ve hukuk normlarını
kapsayan, bireyin varoluşunun zorunlu koşullarını biçimleyen bir süreçtir.
Değerler, insanların gerek maddi evrenleriyle gerekse birbirleriyle kurdukları ilişkilerde nasıl
davranacaklarına ilişkin birtakım kuralların da belirlenmesine kaynak oluşturur. O ilişkiler ve
kurallar çerçevesinde toplumlara ya da toplumdaki gruplara özgü davranış örüntüleri ortaya
çıkar.
Birey, her türlü toplumda, bu tür bir üstyapısal sürece girmek zorundadır. Başka bir deyişle
toplumsallaşma, üstyapısal kuralları bireye kazandırma okuludur. Böylece, hem birey
toplumda varlığının tanımını yapabilecek hem de toplum, bireyin desteğini ve uyumunu
sağlayacaktır.
Bununla beraber insanlık tarihi, toplumsallaşmanın böylesi bir kurumsal yetkinlikte işlediğini
göstermemektedir. Toplumsallaşma, uyum ve destek sağlayarak bireyi topluma kazandırıcı
biçimlerde işleyeceği gibi karşıt yönde, bireyin toplumsal değiştirici eylemlere girişmesine de
yol açabilir. Ama yine de kazandırılmış bu tür karşı toplumsallaşmalar bile belirli bir
toplumsal ve kültürel çerçeve içinde yer alacaktır.
9 / 24
Dar anlamıyla toplumsallaşmanın belirli bir kültürü almak, toplumun bir parçası olmak
anlamına geldiğini belirtmiştik. Belirli bir kültür ve toplum içerisinde birey, kendisini
çevreleyen fiziki evreni, içinde yaşadığı toplumun kültürel yorumları ve simgeleri (dil ve
anlatım biçimleri) aracılığıyla algılar; davranışlarını da bu kültürel algı modeline göreli olarak
belirler. Bireyin fiziki çevresi veya evreni bütünüyle, o bireyin içinde yaşadığı toplumun
kültürüyle bütünleşmiştir. Buna kültürlenme (acculturation) adının da verildiğini görüyoruz.
Kültürlenme deyimi çoğu kez sosyalleşme ile eş anlamda kullanılmasına rağmen, anglosakson
sosyal bilimciler, bir kültürün diğer bir kültürle kaynaşarak değişmesi için de bu
deyimi kullanmaktadır. Yani kültürlenme, hem başka bir kültürden alma hem de kültür verme,
öz kültürü yitirme olgusunu birlikte ifade etmektedir.3
Geniş anlamıyla ise toplumsallaşma, sürekli bir biçimde öğrenmektir. Birey, doğumuyla
birlikte bu tür bir gelişmenin içine girer. İnsan eğitime gereksinme duyar. Bir kuşaktan
diğerine düzenli bilgi akışı bireysel ve toplumsal hayat için çok önemlidir. Kuşaklar
arasındaki bilgi akımı toplumsallaşma adı verilen olguyu yaratır. Gerek eğitim süreci olarak
gerekse kültürleşme biçimi olarak toplumsallaşma, bireyin tüm yaşamını kapsayan, istese de
istemese de içinde bulunduğu ve kolay kolay terk edemediği bir süreci tanımlamaktadır.
Toplumsallaşma dar anlamıyla, bireyin çocukluk dönemine ağırlık verir. Çünkü kültür temel
olarak çocukluk ve gençlik çağında edinilir ve yaşamın geri kalan bölümünde, edinilen bu
kültürel kalıp yeniden üretilir. Bu yüzden, çocukluk çağı, toplumsallaşmanın temel sürecini
kapsar.
Geniş anlamdaki toplumsallaşma yaklaşımında ise birey tüm yaşamı boyunca bir
toplumsallaşma süreci içindedir. Çocukluk dönemi önemli bir dönem ise de insanın
yetişkinlik dönemi de farklı toplumsallaşmalara girdiği yaşam bölümlerini oluşturmaktadır.
Bu yüzden, bu yaklaşımla, yetişkinin toplumsallaşmasından söz edilebilmektedir. Bu konuyu
açıklayıcı çok önemli bir örnek olarak gelişen teknolojinin ürettiği çeşitli yeni yaşam
tarzlarını ve onlara uyum sürecini ele almak gerekmektedir. Örneğin kredi kartları, ATM’ler,
bilgisayarlar, cep telefonları gibi çok çeşitli teknolojik ürün, yetişme yaşlarını bu ürünlerden
önce geçiren pek çok kişi için sonradan öğrenilmesi ve uyum sağlanması gereken araçlardır.
Emekli maaşını ATM’den çekmekte zorlanan yaşlı bireyin ya da nasıl kullanacağını
3 Tolan, s:228.
10 / 24
bilemediği için borç faizlerinin altında kalan herhangi birinin banka kartı ya da kredi kartıyla
ilgili yaşadığı sorunlar buna örnektir. Çeşitli etkenlere bağlı olarak içinden geçilen bir
öğrenme sürecinden sonra bu sorunlar ortadan kalkabilir. Türkiye’ye 1980’lerden sonra giren
ve giderek yaygınlaşan bilgisayarlarla ilgili de benzer gözlemleri burada aktarabiliriz. Örneğin
bankacılık sektörü bu teknolojik ürünü hızla kullanan alanlardan biri olmuştur. Bankacılık
sektöründe çalışan ve bilgisayarla ilk kez karşılaşan personel bu cihazlarla iş yapabilme
becerisine sahip olmak için bir eğitim ya da sosyalleşme sürecinden geçmek zorunda kalırken
onların çocukları ya da torunları evde hazır buldukları bilgisayarları yetkin bir beceri ile
kullanmışlardır. Cep telefonlarının kullanımı için de benzer örnekleri verebiliriz. Hatta bir
başka örneği şu an içinde olduğumuz ortam için de verebiliriz. Örneğin ben, örgün eğitim
sistemi içinde yetişmiş bir kişiyim. Dershanelerde karşımda öğrencilerle iletişim hâlinde ders
yapmaya alışkınım. Uzaktan eğitim ise ders notlarının sistemleştirilmesinden, dersin
elektronik bir ortamda yapılmasına hatta soru sorma tekniklerine kadar benim için yeni bir
öğrenme ve uyum süreci olmaktadır. Dolayısıyla teknolojinin gelişimini yansıtan uygulamalar
benim için sosyalleşme sürecidir.
Toplumsallaşmanın içinde kültür, normlar, değerler, toplumsal roller gibi ileride üzerinde
duracağımız çok çeşitli unsurlar bulunmaktadır.
5.2. Kültür
Kültür kavramını açıklamaya çalıştığımızda karşımıza birçok tanım çıktığını görebiliriz.
Düşünceyi geliştiren, zevki incelten, eleştiri anlayışını geliştiren bilgilerin tümü (yani genel
kültür) anlamına geldiği gibi; bir etnik gruba, bir ulusa, bir uygarlığa niteliklerini veren
olguların tümü (Batı kültürü gibi) ya da bir toplumsal grupta bir kimsenin davranışlarını
niteleyen, o kişiyi bir başka toplumsal tabakanın insanından farklı gösteren konuşma, hareket,
giyim-kuşam belirtilerinin tümü (örneğin burjuva kültürü) anlamlarına da gelebilir.
Bizim için kültür, her toplumun kendisini diğerlerinden farklılaştıran düşünce ile eylem
modellerinin ve kendi özgül anlam çerçevesi içinde yaratıp kullandığı araç ve gereçlerin soyut
bir bütünüdür. Yani kültür, bir yandan bireylerin toplumsal yollarla edindikleri ve toplumsal
yollarla ilettikleri bir değer, yargı, inanç, simge ve davranış ölçütleri düzeninden, diğer
yandan da böylece ortaya çıkan geleneksel davranış kalıplarının simgesel ve maddi
ürünlerinden oluşur. Birey bu düşünce, değer, davranış ve eylem modellerini, gerçek
11 / 24
toplumsal yaşam içinde dolaylı ve dolaysız yollardan öğrenir. Böylece kültür aynı zamanda,
diğer kuşaklardan günümüze ulaşan bir toplumsal mirastır. Bugünün kültürü, geçmiş
kuşakların çabalarının ve deneyimlerinin ürünü olduğu gibi, yaşayan kuşakların deneyim ve
katkılarından yararlanarak zenginleşme olanağına da sahiptir. Kültür böylece öğrenme
yoluyla, bazen de oluşturduğu gelenekleri de kullanarak sonraki kuşaklara ulaşır. Belirli bir
kültürü paylaşan toplumun üyeleri, genellikle paylaştıkları bu kültür bütününün
bilincindedirler. Bilinçli bir nitelik taşıyan bu kültür türüne karşılık, bireyler farkına varmadan
da kültürü yaşarlar. Bu tür kültür unsurlarına verilecek en iyi örnek, bizi, biz farkında
olmadan da belirli bir yön ve biçimde düşünmeye yönelten dildir.4
Konuyu ilginç arkeolojik verilerle daha detaylı incelemek mümkündür: Bilgilerimize göre
insan, dünyamızdaki biyolojik türlerin en sonuncusu olarak yeryüzünde görünmüştür. Yazılı
tarih öncesi bilimi, insan toplumlarının çevrelerine uymalarını ve çevrelerini kendilerine
uydurmalarını sağlayan insan yapısı ve insanın bedenine yapışık olmayan araç ve gereçlerdeki
gelişmeler sayesinde, bu türün varlığını sürdürüp sayısının çoğalması sürecini gözleyebilir.
İnsan türü, daha çok yaşam için yararlı araç gereçlerini geliştirmesi sayesinde varlığını
sürdürmeyi ve çoğalmayı başardı. Diğer hayvanlar gibi insan da dış dünyayla etkileşimini,
ondan geçimini sağlamasını ve onun tehlikelerinden kaçmasını, başlıca araç ve gereçleri
aracılığı ile başarır; yani kendini çevresine uydurur hatta çevresini ihtiyaçlarına göre düzeltir.
Fakat insanın araç gereçleri diğer hayvanların araç gereçlerinden oldukça farklıdır. Diğer
hayvanlar tüm araç gereçlerini bedenlerinin bölümleri olarak üzerlerinde taşırlar; tavşanın
toprağı kazmak için pençeleri, aslanın avını parçalamak için pençe ve dişleri, çoğu
hayvanların kendilerini soğuktan koruyan kıllı ya da kürklü giysileri hep yanlarındadır. Hatta
kaplumbağa evini sırtında taşır. İnsanın bu türden pek az araç gereci vardır ve bunlardan da
yazılı tarih öncesi zamanlarda sahip bulunduğu bazılarını atmıştır. Onların yerini, beden-dışı
organlar, kendi iradesi ile yapıp kullanıp bıraktığı organlar almıştır; insan toprağı kazmak için
kazmalar ve kürekler, av hayvanlarını ve düşmanlarını öldürmek için silahlar, ağaçları kesmek
için keserler ve baltalar; soğuk havalarda kendini sıcak tutması için giysiler, kendine barınak
olarak tahta, kerpiç ya da taş evler yapar. Çok eskiden insanlar, gerçekten büyük çene
kemikleri üzerinde oldukça tehlikeli silahlar olabilecek fırlak köpek dişlerine sahiptiler fakat
bunlar çağdaş insanda yok oldu; bizim diş takımımız öldürücü yaralar açamaz.
4 Tolan, s:227.
12 / 24
Öteki hayvanlarda olduğu gibi elbet insanın araç gereçlerinin de tümüyle organsal olan bir
temeli vardır. Bu iki sözcükle özetlenebilir: Eller ve beyindir.
Beyin ve eller dışındaki insan araç gereçlerinin, beden-dışı ve bedenden ayrılabilir bir
nitelikte olmasının açık üstünlükleri vardır. Bunlar öteki hayvanların araç gereçlerinden daha
kullanışlı, daha uygundurlar. Öteki hayvanların araç gereçleri sahibinin özel bir çevrede özel
koşullar altında yaşamasını kolaylaştırır. Dağ tavşanı renk değiştiren postu sayesinde karla
kaplı tepelerde kışı rahat ve güvenlik içinde geçirir ama sıcak vadilerde bu postu kendisini
tehlikeli bir biçimde göze çarpacak duruma sokar. İnsanlar daha sıcak iklimli bir yere
giderlerse sıcak tutan giysilerini çıkarıp giydiklerini o bulundukları yere göre değiştirebilirler.
Bir tavşanın pençeleri iyi kazıcı aletlerdir fakat silâh olarak bir kedinin pençeleri ile
yarışamazlar, öte yandan kedinin pençeleri de toprağı kazmada kötü küreklerdir. İnsan ise
hem alet hem silah yapabilir. Özetle, bir hayvanın kalıtımsal araç gereçleri hemen her türlü
çevrede sınırsız sayıda işleri görecek biçimde düzenlenebilir.
Araç gereçlerin bu üstünlüklerine karşılık insan, yalnızca araç gereçleri kullanmayı değil, aynı
zamanda onları yapmayı da öğrenmek zorundadır. Bir civciv kısa zamanda kendisini, tüyler,
kanatlar, gaga ve pençelerle donanmış bulur. Elbette bunları kullanmayı, örneğin tüylerini
nasıl temiz tutacağını öğrenmek zorundadır. Fakat bunu öğrenmesi çok kolaydır ve fazla bir
zaman almayacaktır. Bir insan yavrusu bu tür araç gereçlerle dünyaya gelmez ve kendi
kendine büyüyemez. Yerdeki yuvarlak çakıl taşları kendi başlarına bıçak fikrini vermezler.
Hatta bir kırık daldan ya da taş parçasından yapılmış en basit bir alet bile uzun bir tecrübenin,
sınama ve yanılmaların, zihinde tutulan, hatırlanan ve birbirleriyle karşılaştırılan izlenimlerin
meyvesidir. Onu yapacak beceri, gözlemle, hatırlama ve tecrübe ile kazanılmıştır. Bir abartma
olarak görülebilirse de her aletin bilimin bir somutlaşması olduğunu söylemek yanlış
olmayacaktır. Çünkü bir aletin yapılması, tıpkı bilimsel formül, tanım ve yasalarda
sistemleştirilip özetlenen bilgiler gibi, hatırlanan, karşılaştırılan ve derlenen tecrübelerin bir
uygulamasıdır.
İnsan yavrusu, kendi başına gerekli tecrübeleri biriktirsin ya da tüm sınama ve yanılmaları
kendisi yapsın diye bırakılamaz. Bir bebek, ırkının tohum plazmasına ekilmiş ve orada
kendiliğinden ve içgüdüsel olarak uygun beden hareketleri yapmaya bir ön yatkınlık yaratacak
bir sinir sistemi doğal düzenine sahip olarak doğmaz. Ama bir toplumsal geleneği aktarmak
13 / 24
üzere doğar. Bebeğin ana babası ve büyükleri, kendilerinden önceki kuşaklarca biriktirilmiş
tecrübelere uygun olarak ona araç gereçlerin nasıl yapılıp nasıl kullanılacağını öğreteceklerdir
ve onun kullandığı araç gereçler bu toplumsal geleneğin somut belirtileridir. Alet bir
toplumsal üründür. Bu kadar çok şey öğrenmek zorunda olduğu için, bir insan yavrusu son
derece zayıf ve acizdir, acizliği diğer hayvanların yavrularınınkinden daha uzun sürer.
Öğrenmenin fizik karşılığı; izlenimlerin biriktirilmesi ve beyinde, çeşitli sinir sistemleri
arasında ilişkilerin kurulmasıdır. Beynin bu işlemleri yaparken gelişmesini sürdürmesi
gerekir. Böylesine bir gelişmeye olanak vermek için, çocuğun beynini koruyan kafatası
kemikleri birbirleriyle son derece gevşek bir biçimde tutuşturulmuş olarak kalırlar; birleşme
yerleri (ya da dikiş yerleri) ancak yavaş yavaş kaynaşır. Çocuğun beyni böyle iyi
korunmamışken zedelenmelere karşı çok zayıf bir durumdadır; bir bebek kolaylıkla
öldürülebilir.
Bu birbirleriyle ilişkili nedenlerden dolayı aciz bebeklik süresi uzamış olduğundan, türün
varlığını sürdürmesi için, hiç değilse bir toplumsal grubun, bebekler büyüyünceye kadar
yıllarca bir arada kalmaları gerekir. Bizim türümüzde ana baba ve çocuklardan oluşan doğal
aile, yavruların daha hızla olgunlaştıkları türlerde görülen birliklerden daha kararlı ve daha
sürekli bir birliktir.
Hayvan toplumlarında olduğu gibi, insan toplumlarında da yaşlı kuşaklar, büyüklerinden; ana
babalarından öğrenmiş oldukları şeyleri aynı biçimde, genç kuşaklara örnek olmak yoluyla
geçirirler. Hayvan eğitimi, tümüyle örnek oluş yolu ile yapılabilir; civciv tavuğun
hareketlerini taklit ederek nasıl gagalanacağını ve neyin gagalanacağını öğrenir. Öğrenmek
zorunda olduğu bu kadar fazla şey olan insan yavrusu için taklit yöntemi ile öğrenmek, son
derece ağır ilerleyen bir süreç olurdu. İnsan toplumları zamanla, üyeleri arasındaki
haberleşmede kullanılan aletler geliştirdiler. Böylece manevi donatım adı verilebilecek yeni
bir donatım türünü yaratmış oldular.5
Yukarıdaki açıklamaların da gösterdiği gibi toplumlar tarih boyunca varlıklarını, o güne dek
ürettiklerini aktarmak ve geliştirmek suretiyle devam ettirmişlerdir. İşte gerek teknik bilgiler
gerekse de değer gibi toplumsal unsurlar kuşaklar boyunca aktarılmıştır. Bu noktada
5 Childe, Gordon (1990). Tarihte Neler Oldu. İstanbul: Alan Yayıncılık, s:11-13.
14 / 24
kültürden söz ederken kültür ile uygarlık arasında kimilerinin (bizim için en önemlisi Ziya
Gökalp) bir ayrım yaptığını belirtmekle yetinelim.
Sosyoloji kültürü ele alması ile ilgili bir başka nokta, toplumsal yapı üzerindeki işlevleri ve
toplumsal tiplerin farklılaştırılması açısından ele almasıdır. Örneğin çeşitli toplumlar arasında
önemli kültürel farklılıklar olabileceği gibi, aynı toplumun çeşitli sınıf ve grupları da farklı
kültürel özelliklere sahiptir. Yani bir toplum içinde çeşitli grup ve sınıfların, bütünsel kültüre
oranla yarı bağımsız bir alt kültür oluşturmaları da mümkündür.
Alt kültür kavramını nasıl tanımlarız? Sorusunu cevabı alt kültür (ya da ikincil kültür) bir
toplum içinde, az çok farklılaşmış, bu toplumun kültürel yapısına tam uyum yapmamış ancak
onun temel bir üyesi olan belirli bir sosyo-ekonomik veya etnik grubun ayırt edici toplumsal
kuralları ve yaşam biçimi olarak tanımlanmaktadır.
Toplumun ne kadar dinamik olduğunu biliyoruz. Kültür de tarihsel süreç içinde sürekli olarak
değişen dinamik bir olgudur. Gelişen ve değişen gereksinmeler yani bireysel, grup veya
toplumsal deneyimler ancak yeni kuşakların içinde olduğu zorunluluklar, toplumun yapısını
etkiledikleri yön ve düzeyde kültürel değişmeye neden olabilmektedir.
J. H.Fichter, kültürün çeşitli fonksiyonları arasında, önce belirli bir toplumu diğerlerinden
farklılaştırmada oynadığı simgesel role dikkat çeker. Kültür, belirli bir toplumun değerlerini
sistematik bir bütün hâlinde yansıtır. Toplum yapısının düşünce ve değerler düzeyinde bir
soyutlaması olan kültür, bireyin toplumsal bir varlık olarak bir kişilik edinmesinde temel
etken olarak ortaya çıkar.6
Kültür bireyler arasında bir iletişimin varolmasını gerektirir. İletişim, kişiler veya gruplar
arasında simgeler, jest ve mimikler gibi anlatım biçimleri aracılığıyla anlam değiştokuşu
demektir. Simgeler, toplumsal kullanım içinde, kendi varlığından başka bir şeyi ifade eden bir
eylem, nesne ya da olay demektir. Bizler de çevremizi bu simgeler aracılığıyla algıladığımız
için, kültürel farklılıklar konu olduğu zaman konumuz daha ilginç bir boyut kazanmaktadır.
6 Tolan, s:228.
15 / 24
Kültürle ilgili ifade edilebilecek bir başka çok önemli özellik, insanların kendi kültürleri,
başka bir kültürün içine girdiklerinde ya da ait oldukları kültürden çıktıklarında daha net bir
şekilde fark etmeleri durumudur.
Kültürler arasındaki anlam farklılıklarını göreceğimiz çok çeşitli örneklerle karşılaşabiliriz.
Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın “Kültürel Psikoloji” adlı kitabında bu konuyla ilgili çeşitli örnekler
bulunmaktadır. Yazar kitabında, Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde öğrenciliği sırasında
kız öğrenciler arasındaki sarılma, iki yanaktan öpme, kol kola yürüme vb. yakın ilişkilerin
İstanbul’a yeni gelmiş Amerikalı öğretmenlere çok yabancı geldiğini anlatmakta ve
öğrencilerin, Amerikalı öğretmenlerin yerlilerin alışkanlıklarına alışmadan önceki şaşkın
bakışlarıyla eğlenmelerinden söz etmektedir.
Yazar, kolejden mezun olduktan sonrasında ABD, Massachusetts, Wellesley Kolejine kabul
edildiğini anlatır. Bir Amerikalı aile ile birlikte kaldığı “Banliyö Amerikası”nı, güzel evler,
ağaçlar ve çiçeklerle bezenmiş muhteşem bahçeler ve temiz caddeler yanında insanların
yokluğu ve komşuluk ilişkilerinin yaşanmaması, şeklinde tasvir etmekte ve sık sık insanların
nerede olduğunu merak ederdim. Bir kere bile komşuları görmedim ve ailemin de onları
ziyaret ettiğine tanık olmadım, diyerek aktarmaktadır.
Yazarın verdiği bir başka örnek ise yakın arkadaşıyla yaşadıkları üzerinedir: “Wellesley’de,
bazı kısa tatillerde ailesinin evinde kaldığım yakın bir arkadaşım vardı. Bir gün, onu üzgün
gördüğümde kendisine ne olduğunu sordum. Bana ‘kişisel bir problem’ şeklinde cevap verdi.
Paramparça olmuştum. Açıkça beni reddediyordu; eğer bana sırrını açmıyorsa belli ki beni
yakın arkadaşı olarak görmüyordu. Benim anlayışımda, en iyi arkadaşımdan saklayacak hiçbir
şeyim olamazdı. Ayrıntıları açıklamasam bile en azından sorunun ne olduğunu ona söylerdim.
O, kendi özel alanını, bir anlamda, mahremiyetini koruyordu, ben ise bunu reddedilme olarak
algılıyordum. Bu kadar yıl sonra bile bu anı benim için hâlâ canlılığını koruyor.”
Kağıtçıbaşı’nın anlattıklarından son bir örnek verelim. Kuzey Amerikalı tanınmış bir kültürler
arası psikolog ve eşiyle arasında geçen konuşmayı şöyle aktarmaktadır: “ O zaman 21 yaşında
olan oğullarını sorduğumda, arkadaşım oğullarının hâlâ onlarla aynı evde oturduğunu, ancak
16 / 24
ondan kira almadıklarını söyledi. Duyduğuma inanamamıştım ve şaka yapıp yapmadığını
düşünüyordum; hayır yapmıyordu.”7
Yukarıdaki örneklerin yazarından uzun yıllar sonra ben de bu sonbahar bir süreliğine ABD
gittim. Orada bulunduğum süre içinde Kağıtçıbaşı’nın Amerikan banliyosu hakkında
yazdıklarını hep hatırladım. Yaşadığım küçük şehir ve gördüğüm diğer küçük şehirler bana
göre birbirinin aynı caddeler, boş sokaklar, evler ve bahçelerden meydana gelmişti. Belli
meydanlar dışında, çocuklar, gençler ya da yaşlıları görmek imkânsızdı. Demek ki aradan
geçen uzun yıllar ne Amerikan kentini degiştirmişti ne de bizim ait olduğumuz kentsel hayatın
özelliklerini.
5.3. Toplumsal Kontrol Mekanizmaları
Buraya kadar anlattıklarımızda herhangi bir bireyin nasıl toplumsal bir birey hâline geldiğini
gördük. Bireyin toplumla nasıl bütünleştiği, üzerinde düşünülen bir soru olmuştur. Amerikalı
sosyologlar, bu durumu açıklamak için toplumsal kontrol deyimine başvurmuşlardır.
Toplumsal kontrol, grup ve toplumun bireyin davranışlarını sınırlaması ve bu sınırlama
yoluyla toplumsal değerlerin benimsenmesinin sağlanması yani bireyin toplumsal kurumlar
ve diğer toplumsal birimler tarafından ortak değer ve eylem ölçülerine uygun davranışlarda
bulunmaya zorlanması olarak tanımlanmaktadır.
Belirli bir toplumda, en genel ve soyut düzeyde, doğruluk, namus, başarı, dayanışma gibi
büyük çeşitlilik gösteren değerler yer alır. Bu değerlerin belirli bir role uygulandıkları zaman
aldıkları biçimleri gösteren ise normlardır. Başka bir ifade ile değerlerin toplumsal etkinlik
kazanmaları, normlar ve töreler aracılığıyla olur. Teorik düzeyde, değer, norm ve kanaatler
arasında bir farklılaşma yapılabiliyorsa da gerçek yaşamda bir toplumsal normu, değer ve
kanaatlerden ayırt etmek pek çok kez neredeyse olanaksız olmaktadır. Normlar ve ortak
kanaatler arasında çatışma görülebileceği gibi, karşılıklı bir etkileşim de görülebilir. Normlar
zaman içinde etkinliklerini ve yaptırımla desteklenme özelliklerini yitirdikleri oranda,
kanaatler gibi tartışma konusu yapılabilirler. Buna karşılık giderek güçlenen bir ortak kanaat,
yaptırımla desteklenmesi yönünde bir toplumsal gereksinme yaratarak sonunda yeni bir
7 Kağıtçıbaşı, Çiğdem(1998). Kültürel Psikoloji. İstanbul: YKY, s:20-22.
17 / 24
normun doğmasına neden olabilir.8 Şimdi değerler ve normlar üzerinde daha ayrıntılı
duracağız.
a) Değerler
Değerler, bireylerin düşünce, tutum, davranış ve yapıtlarında birer ölçüt olarak ortaya çıkarlar
ve toplumsal bütünselliğin ayrışmaz bir öğesini oluştururlar. Bir toplumun yaşamında, her şey
değerlere göre algılanır ve diğerleriyle karşılaştırılır. Bireyler içinde yaşadıkları grup, toplum
ve kültürün değerlerini genellikle benimseyerek, bunları muhakeme ve seçimlerinde birer
ölçüt olarak kullanırlar. Böylece daha iyi, daha doğru, daha uygun vb. genel yargılara varma
olanağı bulurlar. Bireysel tutum ve davranışlar, büyük ölçüde ahlaksal ve dinsel değerlerle örf
ve âdetlerin içerdiği değerlerin etkisi altında kalır. Ancak bu değerler genellikle normlar
içerisinde somutlaşır ve normlar aracılığıyla etkinlik kazanır. Daha genel ve soyut olan
değerlere karşılık normlar, yaptırım güçleriyle toplumsal yaşamın belirgin bir unsurunu
oluştururlar.
Her toplum iyi ve kötüyü, güzel ve çirkini, neyin uğruna ölünmesi gerektiğini vb.
tanımlamaya çalışır. Sosyalleşme sürecinde çocuğa, çoğu kez mantıksal bir kanıtlamaya gerek
kalmaksızın toplumun değer ve normları aşılanır ve törelere nasıl uyulacağı öğretilir. Toplum
bireyden iyi ve kötüyü anlamasını değil, hissetmesini ister. Bireyi aşan ve yüce bir toplumsal
varlık olarak değer, kendisini doğal ve mutlak bir gerçeklik olarak kabul ettirir. Değerler bir
kültürden diğerine, hatta aynı toplumda bir gruptan diğerine değişiklikler gösterebilir.
Örneğin, bir Batılı ile bir Arap’ın, burjuva ile proleterin, köylü ile işçinin, bir kentlinin ahlak
anlayışları, zevkleri farklılıklar gösterir. O hâlde sınıfsal, grupsal, kültürel belirleyicilikleri
göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Bununla beraber ahlak, belirli bir grup içerisinde,
her türlü görecelilikten uzak olarak bireylere kendisini zorla kabul ettirir.
Belirli bir toplumda değerler, bireyin düşünce ve eylemlerini yöneten oldukça tutarlı bir
sistem içinde örgütlenirler. Buna ideal adı verilir. Bu anlamda belirli bir ideale sahip olmayan
bir insan topluluğu bir toplum oluşturamaz. Değerler üzerinde daha iyi fikir sahibi olabilmek
için, çeşitli karşılaştırmalı çalışmalar da yapılmıştır. Özellikle ABD farklı kökenlerden gelen
insanların bir arada yaşadığı bir toplum olarak bu tarzda çalışmalar yapmaya çok uygun bir
toplumdur. Değerler üzerine yapılan bir çalışmada Teksas’ta yaşayan Anglo-sakson ve
8 Tolan, s:231-233.
18 / 24
İspanyol-Meksika kökenli Amerikalılar seçilmiştir. Bu iki grubun değerler açısından tam bir
zıtlık içinde oldukları anlaşılmıştır. Anglo-saksonların temel değerlerinin bireyci bir nitelik
taşımasına rağmen İspanyol-Meksika kökenlilerde her şey üyesi oldukları geniş aileye göre
anlam ve değer kazanmaktadır. Anglo-saksonların davranışlarını etkileyen en önemli unsur
gelecek düşüncesidir. Onlara göre insan, yarattıkları ve yapıtlarıyla oluşur ve ölçülür; bu
nedenle insanın görevi, iradesini ve eylemini doğaya egemen kılmaktır. İspanyol-Meksika
kökenli Teksaslılar ise uygulayacakları modelleri geçmişte ararlar; onlar için önemli olan
yapmak ve yaratmak değil, bu anı yaşamaktır. Bu örneğin de açıkladığı gibi, bir toplumda, iki
farklı kökenden gelen iki farklı grup, farklı değerlere göre yaşamakta ve üyelerini bu şekilde
sosyalleştirmektedir.9
b) Normlar
Bir toplumun, varlığını sürdürebilmesi için toplumsal düzeni yani bireyler ve gruplar arasında
gerekli ilişkileri sağlayabilecek ve koruyabilecek birtakım kurallar yaratması gerekir. Yani
toplumsal yaşamda bireylerin tutum ve davranışlarının belirli kural ve ölçütlere göre
örgütlenmiş olması zorunludur. Böylece bireyler, kendi tutum ve davranışlarının sınırlarını
gösteren ve bilinçli ya da bilinçsiz olarak uyguladıkları bu soyut modeller sayesinde, diğer
bireylerin belirli bir durumda nasıl davranacaklarını, nasıl bir tutum takınacaklarını
öngörebilme olanağı bulurlar. Bu anlamda, belirli bir durumda uygun olan ya da olmayan
değer, tutum veya davranışın ne olduğunu belirleyen ve yaptırımla desteklenen ortak
toplumsal kurallara norm denir.
Çağdaş toplumlarda, bütün toplumsal örgütlenme türleri, kendilerine özgü norm sistemleri
yaratmak zorundadırlar. Birey, ilişkide bulunduğu birçok toplumsal grubun normatif sistemini
bilme ve uygulama durumunda kalabilir. Bu durum çağdaş toplumların birer norm bütünü
niteliği almasına neden olmaktadır. Ancak bu normları değişmez birer toplumsal varlık olarak
değerlendirmemek gerekmektedir. Çünkü her toplum, kendisine bir önceki kuşaktan miras
kalan normları, kendi gereksinme ve isteklerine göre değiştirebilir veya bütünüyle ortadan
kaldırabilir. Normlar genellikle bir toplumun varlığını sürdürmesinde işlevsel bir değer
taşıdıkları oranda benimsenir ve uygulanır.
9 Tolan, s:233-235.
19 / 24
Normlar genellikle sosyalleşme sürecinde öğrenilir ve birey için bir alışkanlık niteliği alır.
Ancak sosyalleşmenin bilinçli öğrenme aşamasında, birtakım normlara uymamanın toplumsal
cezalarla karşılandığını gören birey, bundan böyle ceza etkenini göz önünde bulundurarak
tutum ve davranışlarını düzenleyecektir.
Norm kavramı farklı başlıklar altında incelenebilmektedir. Bunlar örf, âdet, töre, din kuralı,
törenler, hukuksal normlar vb. başlıklar altında incelenebilir. Ancak burada, toplumsal gerçek
içinde bütünsel bir içeriğe sahip olan norm kavramını farklılaştırma girişimlerinin keyfi bir
niteliğinin de olduğunu eklemek gerekmektedir. Örneğin bir toplumda geçerli olan bir din
kuralının aynı zamanda hem ahlak kuralı hem gelenek hem de örf ve âdet geliştirmiş olması
mümkündür.10 Şimdi farklılaşan norm türlerinin üzerinde duracağız.
a) Dinsel ve ahlaksal normlar: Dinsel ve ahlaksal normlar bir toplumdaki en belirgin
normlar olarak karşımıza çıkar. Din ve ahlak kuralları, toplumsal gerçek içinde birbirinden
kolay kolay ayırt edilemeyecek bir bütün oluştururlar. Din ve ahlak arasındaki farkların birer
içerik farkından çok, yaptırım türü ile ilgili olduğunu ileri sürülebilir. Bu bakışla, dinsel
normların daha çok dünyevi olmayan nitelikte bir yaptırımla desteklenmesine karşılık,
ahlaksal normların yaptırımları toplumsal bir özellik gösterir. Bu iki sistem sürekli etkileşim
içindedir. Hem din, diğer toplumsal ve ahlaksak normlardan bazılarını benimser ve dinsel bir
görünüme sokar hem de toplumsal ve ahlaksal düşünce ve kuramlar, zamanla dinsel akımların
etkisi altında kalır. Ahlak için geçerli olan değişebilirlik karşısında din değişmeye karşı
dirençlidir. Bu nedenle değişen ahlak kuralı ile din arasında zaman zaman çatışma oluşabilir.
Değişen ahlak karşısında dinsel pratikler değişimle karşı karşıya kalabilir.
b) Örf ve âdetler: Ahlakın içeriğini büyük ölçüde örf ve âdetler oluşturur. Örf ve âdetleri
gelenek ve göreneklerle eş anlamlı tutarak hepsini birden töre başlığı altında toplamak da
mümkündür. Toplumda uzun süre gelişmiş ve gelenekselleşmiş, yaygın ve güncel olarak
uygulanan toplumsal normlar âdet olarak tanımlanır. Daha üst düzeyde, güçlü değerler içeren
normlara ise örf adı verilir. Örf ve âdet arasında bir içerik ve nitelik farkından çok bir düzey
farkı vardır. Örf ve âdetler, toplum, grup ve sınıflar arasında değişebildiği gibi zaman içinde
de önemli ölçüde farklılaşabilir.
10 Tolan, s:235-240.
20 / 24
c) Teamüller: Örf ve âdetlerin en basit ve belirgin biçimlerinden biri de teamüller, görgü ve
nezaket kurallarıdır. Bireylerin güncel yaşamlarında bir uzlaşmayla birbirlerine karşı
uyguladıkları basit, biçimsel ve çoğu kez yapay bir nitelik taşıyan davranış kurallarıdır. Hitap
etme biçimi, selamlama tarzı vb. bu kurallar tarafından belirlenir. Bu tür kurallar, çoğu kez
başkasının uyarmasına gerek kalmadan uygulanır. Herhangi bir nedenle bu kurallara göre
davranmadığımızda suçluluk duygusu yaşayabiliriz.
d) Ayin ve törenler: Bazı toplumsal normlar toplumsal yaşamda simgesel bir görünüm
altında somutlaşır. Simge, bir işaret, bir jest, bir tören veya ayin biçimi olarak, birtakım
normların anlam ve değerini temsil etmiş ve vurgulamış olur. Her toplumsal sistem ve onunla
ilişkili olarak her kültürel sistem, ortak bir simgesel sistem yaratarak, bireysel ilişkilerin,
duygu düşünce, davranış ve normların belirginleşmesini sağlar. Bu anlamda simgesel davranış
bütünleri olarak tanımlanabilecek ayin ve törenler anlamını toplumun tarihinden alırlar. Belirli
bir simgesel ve kalıplaşmış davranış bütününe katılan birey, muhakeme yaparak, kanıtlama
yoluna başvurmadan bu bütünün ardındaki anlamın etkisi altına girer ve bu anlamın
çerçevesinde inançlar oluşur. Bu bağlamda dinsel ibadetin tekrarlanan biçimselliği,
müminlerin dinî norm, inanç ve duygularının güçlenmesini sağlar. Belli bir topluma ait ayin
türleri, o topluma ait olmayan bir kişi için ardındaki inanç ve duygular anlaşılamadığı için
anlamsız ve komik gelebilir. Oysa ayindeki biçimler içeriği güçlendiren bir işleve sahiptir.
Bununla beraber, ayin ve törenleri sadece dinsel bağlam içinde düşünmemek gerekmektedir.
Örneğin bir üniversitedeki fahri doktora töreni ya da bir mahkemede yemin ettirme işlemi
ayinsel bir nitelik taşımaktadır.
e) Toplumsal bir norm olarak moda: Moda çeşitli konularda bir toplum veya grubun
onayladığı geçici değişme kurallarından oluşur. Belirli bir dönemde, bir toplumda giyinme,
süslenme, mimari, müzik, edebiyat, sanat hatta düşünce ve inanç alanında bile bazı moda
akımlarının etkinliği gözlenebilir. Çağdaş toplumda düşünce ve inançlar bile moda konusu
olabilmektedir. Geçiciliği ve geleneğe karşı olması nedeniyle örf ve âdetlerden farklılaşan
moda sayesinde yeni örf ve âdetler de doğabilir. Ancak modanın bir yandan, sınıfsal
farklılıkları belirginleştirirken öte yandan benzeşme duygusu yaratarak biçimsel olarak
toplumsal düzeni koruyucu bir niteliği de sahip olduğu unutulmamalıdır. Aynı zamanda
tüketim toplumunun vazgeçilmez bir aracı olan moda, yabancılaşmayı arttıran bir etkidir.
Genellikle yeni bir norm türü olduğunu ve sınıfsal yapıyla ilintili bulunduğunu eklemek
gerekecektir.
21 / 24
f) Hukuksal normlar: Her toplumda, karşı gelinmesi kesinlikle yasaklanmış ve yaptırımları
zor kullanarak da uygulanabilen ve rasyonel bir biçimde örgütlenmiş normlar hukuk kuralları
olarak tanımlanır. Toplum neden ve sonucunun bilincinde olarak hukuk kurallarını yaratır,
yürürlüğe koyar, uygular ve yürürlükten kaldırır. Örf ve âdetlerin uygulamada güçlü
yaptırımlarla desteklenmemesi, hukuk kurallarının ağırlığını arttırmıştır. Ayrıca hukuk
kuralları ulusal düzeyde örf ve âdetleri aşan, rasyonel kurallar olarak ortaya çıkmaktadırlar.
Kimi zamanlar örf ve âdet ile yazılı hukuk arasında çatışma da ortaya çıkabilmektedir.11
11 Tolan, s:240-245.
22 / 24
SONUÇ
Bu derste toplumsallaşma ve kültür konularını ele aldık. İnsanın nasıl toplumsallaşmış birey
hâline geldiğini gördük. Toplumsallaşmanın kültürün aktarılmasını sağladığını ve bireyin
toplumla bütünleşmesinde toplumsal kavramına başvurulduğunu ifade ettik. Toplumsal
kontrol mekanizmasını normlar ve değerler aracılığıyla inceledik. Norm tipleri üzerinde
durduk.
23 / 24
ÇALIŞMA SORULARI
1. Normlar ve değerler nasıl tanımlanır ve farklılaşır?
2. Toplumsallaşma süreci nasıl açıklanabilir?
3. Kültür kavramı nasıl tanımlanabilir, kültür ve sosyalleşme arasında nasıl bir ilişki vardır?
24 / 24
KAYNAKÇA
CHILDE, Gordon (1990). Tarihte Neler Oldu. İstanbul: Alan Yayıncılık.
KAĞITÇIBAŞI, Çiğdem (1998). Kültürel Psikoloji. İstanbul: YKY.
TOLAN, Barlas – İSEN, Galip- BATMAZ, Veysel (1991). Sosyal Psikoloji. Ankara: Adım
Yayınları.
TOLAN, Barlas (1991). Toplum Bilimlerine Giriş. Ankara: Adım Yayınları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder